5 Eylül 2008 Cuma

AĞUSTOS 2008 - En İyi 10 Şarkı

1. Katil Dans - Çilekeş
2. Universe - Scars on Broadway
3. Yalnız Kullar - Tanrım Sezen Aksu
4. Hey Little World - The Hives
5. Won't Be Long - The Hives
6. They Say - Scars on Broadway
7. Tick Tick Toom - The Hives
8. Exploding/Reloading - Scars on Broadway
9. Enemy - Scars on Broadway
10. Kill Each Other / Live Forever - Scars on Broadway

28 Ağustos 2008 Perşembe

TEMMUZ 2008 - En İyi 10 Şarkı

1. Blast - Marcus Miller
2. People C'mon - Delta Spirit
3. What is Hip? - Tower of Power
4. Once I Loved - Diana Reeves
5. Jean Pierre - Marcus Miller
6. Nunge - Nudge Nudge
7. Çilekeş - Katil Dans
8. N'olur N'olur - Yasemin Mori
9. Son Melodi - Mira
10. Eve Dönmeliyim - Mira

Temmuz ayında İstanbul Jazz Festivali ve Metallica konseri dışında kulaklarımda çınlayacak farklı bir grup ya da farklı bir şarkı olmadı. Harbiye Açık Hava'da, funk tarihinin belki ki de en güzel konserleri vardı. Marcus Miller ve Power of Tower, önce ayrı ayrı sonra aynı sahnedeydiler. Enstrümanlar bu kadar mı güzel çalınabilir ve bu kadar mı eğlenceli olabilirlerdi? Oldular. Bu yüzden, Marcus Miller'in muhteşem konserin etkisi, kulaklarımı diğer seslere kapatıp, Marcus Miller'ın kendi adını verdiği albümünü ay boyunca dinletti. İllaki dinlenmesi gereken bir albüm. Miller'in bass gitara tartışmasız hakimiyeti, güzel şarkılar ile birleşince harika bir albümün doğmasından başka seçenek var mı ki?
(Elbette bu müzisyenleri sunduğu için İSTANBUL'a şükretmemek olmaz.)
Hayata dair endişelerimi ve karmaşamı ise Delta Spirit'in People C'mon'ında buldum. Sözleri ve melodisi ne kadar güzel bir şarkı. Sözlerde kendinden bir parça bulmamak oldukça zor. Bu şarkının bu kadar güzel olmasına rağmen aynı şeyi albümleri için söylemek oldukça güç.

20 Temmuz 2008 Pazar

HAZİRAN 2008 - En İyi 10 Şarkı

1. Aslında Bir Konu Var - Yasemin Mori
2. Black Moon - Third Hand Prophecy
3. High & Mighty - Cyndi Lauper
4. Duvar - Ercüneyt Özdemir
5. Akrep - Çilekeş
6. Pacey Singer - Third Hand Prophecy
7. Give It Up - Cyndi Lauper
8. Handsfree (If You Hold My Hand) - Sonny J
9. Into The Nightlife - Cyndi Lauper
10. Cabaret Short Circuit - Sonny J

Her nereden bulduysam buldum haziran ayında iki güzel albüm kulaklarımın pasını sildi. Bunlardan ilki Third Hand Prophecy’e ait “A Human” albümü. Bu albümü arkadaşlarıma tavsiye edip, çok kötü olduğuna dair tepkiler alsam da, anladığım kadarı ile (albümün şarkı sözleri hiçbir yerde yok) güzel sözleri ve tatlı elektronik melodileriyle bıkmadan usanmadan defalarca inlediğim bir albüm. Bazı yerlerde gotik melodiler bulunduran albümde, Black Moon ve Pacey Singer en beğendiğim şarkılar.
Haziran ayının diğer albümü de, Cyndi Lauper ‘a ait “Bring Ya to the Brink”. Çok hareketli elektronik şarkılara sahip. Cyndi Lauper’ın sesini bazı şarkılarda Madonna’ya, bazı şarkılarda Kylie Minogue’a benzetebilirsiniz. Cyndi Lauper hiç sevmediğim R&B tınılarını da güzel bir hale dönüştürmüş. Alışılagelmiş tabirle kıpır kıpır bir elektronik albüm, Bring Ya to the Brink.

BARAKA


"Baraka: Sufi inancına göre Allah tarafından gönderilen ruhani güç ve akıl."

Ertuğrul Karslıoğlu, kısa bir belgesel çekme eğitimi sırasında filmin ilk 5 dakikasından birkaç saniyelik görüntüler i gösterdiğinde, yeryüzünde var olan dinlerin sessiz bir görsel bütünü zannetmiştim BARAKA’yı. Karslıoğlu, bu kadar ısrar etmemiş olmasa, yerine başka bir şey izlemek için filmi izlemeyi gelecek yıllara bile bırakabilir, aklımdaki izleme baskını hissetmezdim. Metni olmayan bir film olması, benim gibi sözcüklerine anlam veren biri için, filmin dışında hayallere dalma endişesi yaşatsa da, geçen her dakika kilit üstüne kilit vurdu çıkış yoluma. 

Yönetmen Ron Fricke’in yaşantısı gerçekten zor olmalı. Dünyayı bu kadar iyi algıladıktan ve iyi tanıdıktan sonra hayatı akışına bırakma lüksünü kaybetmiştir. Duygularını ve düşüncelerini istediği şekilde anlatabilmenin sancılarını yaşadığını düşünüyorum. Ona acı veren bu sancılar, bize bir başyapıt olarak dönmüş. 
Belgesel İlahi ve İlahi olmayan (Bu ayrıma inanmasam da anlaşılması için kullanıyorum) dinlerden baş döndürücü fotografik görüntülerle başlıyor. Bu görüntüler bittiğinde, bir anda kendi yaşantınızı buluyorsunuz filmde. Önem verdiğiniz değerlerin yıkılması için sadece size ayna tutuyor. Size soru sormuyor. Kendi sorunuzu kendinize yine kendiniz soruyorsunuz. Büyük olasılıkla cevabınız olmayacaktır. Cevabınız olsaydı zaten o soruları sormazdınız. Tatlı tatlı tokatlanırken ruhunuz, film almak isteyene basit bir mesaj veriyor. Her neye inanıyorsanız, inanın. Samimi olduğunuz sürece inancınız güzeldir. İnancınız güzel olduğu sürece de gereksinimlerini yerine getirin. 

Ron Fricke bu tarz sancılar yaşadığı ve bu sancılardan onu kurtaracak ürünler ortaya çıkardığı sürece, onu izlemek bana mutluluk verecek. 

Imdb Puanım: 10

10 Haziran 2008 Salı

MAYIS 2008 - En İyi 10 Şarkı

1. You Know Me Better - Roisin Murphy
2. Primitive - Roisin Murphy
3. Move Me - Bandaloop
4. Tocas Miracle - Fragma
5. Pumpkin Soup - Kate Nash
6. Refugee - Oi Va Voi
7. Kalbe Ben - Ayşe Hatun Önal
8. Overpowered - Roisin Murphy
9. Water-Roses - Bandaloop
10. Let Me Know - Roisin Murphy

"Sing it Back" 'ten öteye geçmeyecekti belki Efes One Love Festivali’ne gelmemiş olsaydı, Roisin Murphy aşinalığım. Bağımlılık yapacak ve içindeki herhangi bir şarkıyı defalarca tekrar tekrar dinletecek bir albümün de varlığını bilemeyecektim. Overpowered albümü, elektronik müzikten hoşlananların “Daha dinlemedim.” demelerini affettirmeyecek bir albüm. Ancak Roisin Murphy’nin Moloko dönemindeki tarzına beğenen biri için ise, bu albümün tam bir hayal kırıklığı olduğunu gördüm. Benim gibi sondan başa giden biri için ise, ilk en sonunda kendini bulmuş R. Murphy diyebilirim.
Yazın gelmesi ve güneşin hiç gitmeyecek bir misafir olması 24 saatimize, daha hareketli melodileri tercih ettiriyor. Elektronik müzikler sabun köpüğü gibi yok olup gidiyor mu? Baki kalmayacaklar mı? Zaman gösterecek ama "Carpe Diem" için var olmak zorundalar.

27 Mayıs 2008 Salı

Nisan 2008 - En İyiler Listesi

1. Only Want You - Eagles of Death Metal
2. Broken Toy Soldier - The Raconteurs
3. Don't Speak - Eagles of Death Metal
4. Disco Lies - Moby
5. I'm in Love - Moby
6. Padam Padam - Edith Piaf
7. Steady As She Goes - The Raconteurs
8. Vay Anam Vay - Tarkan
9. Store Bought Bones - The Raconteurs

Derbi maçı mıydı neydi, devre arasında gördüğümde çok güzel dedim nike'ın son reklamı "Take it to the Next Level"a. Hem görüntüler hem de müzik çok etkileyiciydi. Sanki bir macera filmin en heyecanlı sahnesiydi. Reklam hakkında biraz araştırma yapınca, yönetmenin "Guy Ritche" ve şarkının "Eagles of Death Metal"e ait "Don't speak" olduğunu gördüm. Guy Ritchie ismini okuduğumda, zaten başkası yapamazdı diye düşündüm. Sonra müzik grubu hakkında bilgi toplamadan önce albümlerini dinleyim dedim. İki tane albümlerini indirdim ve kısır geçen nisan ayının en verimli ürünleri oluverdiler. Belki de bu yıl dinlediğim en iyi iki albüm bu gruba ait olacak. Bir üçüncüsünü de bu yıl piyasa süreceklermiş. Müzik listelerine baktığımda hak ettiği yerde olmadıklarını gördüğüm grubu, umarım yaşlanmadan önce Türkiye'de dinleyebilirim. Unutmadan adındaki gibi Death Metal yapmıyorlar, punk'ı andıran bir tarzları var.
Albümleri; Peace, Love, Death Metal
Death by Sexy
Ayrıca, The Raconteurs - Steady As She Goes albümünü eğer The White Stripes seviyorsanız mutlaka dinlemelisiniz.

26 Mart 2008 Çarşamba

MART 2008 - En İyi 10 Şarkı

1. Blind - Hercules and Love Affair (ft. Antony)
2. Ramblin’ (Wo)Man - Cat Power
3. Meds - Placebo
4. Shut Your Mouth - Garbage
5. Destroy Everything You Touch - Ladytron
6. Toxic - Mark Ronson (ft. Mark & Tiggers)
7. Ready For The Floor - Hot Chips
8. Aly, Walk With Me - The Raveonettes
9. Fortuna Im. M. (O Fortuna) - Carl Orff
10. Motown Blood - Mando Diao

Alkole kanmayan bir sarhoş gibi yorgun bedenimi bir an önce kapalı gözlerle yatağa atabilmek için devirken süt bardaklarını peşi sıra, onun sesi çalındı kulaklarıma. Müzik onun tarzı değildi ama ses kesinlikle ona aitti. 2007 yılında Istanbul Jazz Festival’inde muhteşem bir konser verip, aşka ve güzel müziğe doyuran Antony’nin sesiydi bu. Eşcinsellerin ruhani bir aşka sahip olmayacaklarını düşünen kısır beynim, ayıbı yüzünden yüzümü kızıllara boyarken, bir yandan bu şehirde yaşamanın güzelliğini fark ediyordu. Şan tiyatrosundaki muhteşem gecenin ardından,sürekli dinlemeye başladığım ve muhteşemliğini tartışmayacağım iki albümü; “Antony and the Johnsons” ve “I Am a Bird Now”’dan sonra 2008’in başında çıkardığı “The Crying Light” albümünü de biran önce dinleme arzusu taşıyorum. Duygu yüklü bu sesi, beş şarkıda vokal yaptığı Hercules and Love Affair’in kendi adını verdiği albümünde (tarz: elektronik müzik) de dinleyebilirsiniz.
Ne zamandır Antony’den bahsetmek istiyordum, bir şekilde beni duymuş olmalı…

25 Mart 2008 Salı

10 Saatlik Edirne Gezisi

Haftaiçinin yorgunluğu ve cuma akşamından kalmalık, sabah sekiz otobüsünün koltuğuna oturduğunuzda “Ne işim var, Edirne’de?” sorusunu sorduyor. En başında bilete para ödemeseydik, kalkıp miskin yatağınıza geri dönecek ve ne kadar büyük bir fırsatın kaçtığından bihaber olacaktık. Otobüsün yavaş yavaş hareket etmesi, şımarık İstanbul’dan bir süreliğine de olsa uzaklaşmanın iyi geleceğini hissettirip, direnç kazandırıyor irademize.
Internetteki hava durumu tellallarının aksine çok güzel, sarı bir günle başlayan yolculukta, solumuzda görünen Kumburgaz’ın, boğazın vitrin denizinin ötesinde, içine karışabileceğimiz maviliğini görmek bile insanı heyecanlandırıyor.
Edirne yolu olabildiğine düz bir yol. Kimi zaman “Bu otobüs ne kadar da yavaş, kaçla gidiyoruz?” sorusuna, kadranda “120 km/sa” cevabını alacak kadar düz bir yol. Belki de bir gece öncesinden, Edirne’de yapılacak Ciğer Tava ile kahvaltı’nın büyüsünü bozmamak için açlıkla terbiye edilen midelerimiz zamanın akışını bu denli yavaş hissettiyor bize. Güney Trakya’nın yerleşimleri birbirine çok benzeyen bir coğrafya sahip olduğu için, Edirne’nin çevresi ile Büyük Çekmece arasında coğrafi bir fark göremezsiniz. Kısır bir döngü içindeki kobay fare burhanı yaşabilecek bir benzerlik.Volkan Turizm’in muavinin tıkabasa dolu otobüste, “Nerede ineceksiniz?” sorusu yerine “Numaran kaç?” ile yaptığı dumur bilet kontrolüyle başlayan yolculuk iki buçuk sonra şehrin dışındaki (“Edirne Doğu” sapağından girilerek, şehrin merkezine varılıyor) otogara ulaşarak sonlanıyor ve sonrasında servis ile merkeze ulaşılıyor.
Servis ile giderken Selimiye Camii’nin sadece iki minareli olduğunu düşünmenize neden olacak manzara ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Kimilerine göre nereden bakarsanız bakın iki minare olarak göründüğü idda edilen minareler sadece şehrin girişindeki uzun yolda iki minare olarak görülüyor.


Turizm Danışamama
Servisler hemen Selimiye Cami’nin yanında bırakıyor. Entellektüel açlığımız, biyolojik açlığımızın çok gerisinde olduğu için, Mimar Sinan’ın görkemli eserini göz ardı edip, Ciğer Tavacılardan başkasını umursamaz oluyoruz. Biraz dişimizi sıkıp, çok güler yüzlü ve iyi niyetli insanların çalıştığını okuduğumuz, büyük bir metal levha içine sıkıştırılmış, küçük “i” harfinin
işaret ettiği turuncu talebaya uyup, Turizm Danışma’ya doğru yol alıyoruz. Ancak müzeler hariç tüm haftasonu çalışmayan resmi daireler gibi turizm danışma, camına ay yıldızı asmış bir şekilde bizi selamlayarak, “Türkiye Cumhuriyeti, asla haftasonu gezginlerin danışmasına izin vermez!” diye fısıldadı.

Ciğer Tava
Böylece Turizm Danışma yerine Şehrin Yerlisine Danışma metodunu uygulamaya başladık. Sorduğumuz iki kişi kendi aralarında tereddüt etselerde (Kazım idi, Aydın idi, Kazım idi, Aydın idi) bize en iyi ciğerin Aydın Tava Ciğer’de yapıldığını söylediler. Sora sora bulduktan sonra dükkanın içinde ciğer paketlerinden oluşmuş dağ ile karşılaştık. Daha ciğerin tadına bakmadan, bu kadar çok sipariş alıyorsa, doğru yere geldiğimizi düşünmeye başladık. Başlangıç olarak bir porsiyon söyledik. Bir porsiyonun yetmeyeceğinden adımız gibi emindik. Büyük bir heyecanla beklediğimiz ciğerler geldiğinde açıkcası hevesimiz yarım kaldı. İstanbul’da Barbaros yokuşundaki Edirne Ciğercisi’nden hiç bir farkı yoktu. İkinci porsiyonları yemeden kalktık. Sorduklarımızın dışında Hürriyet’in Seyahat ekinde yazan Çiçek Tava’yı aramaya başladık. İçeri girdiğimizde, ciğer doğrayan ustaların bu saatte de gelinir mi bakışı ile karşılansakta köşeye oturup birer ciğer söyledik. Usta ocağı bizim için yaktı ve bizim ciğerler kızarmaya başladı. Fabrikalaşmamış yoğun kıvamlı yoğurttan yapılmış cacığı, kurutulmuş biberi ile ciğer karşımıza dikildiğinde, ilk ısırışta aradığımız ve özlediğimiz tadın bu olduğunu fark ettik. Keyfimiz yerine gelmişti. Ustaya buranın en iyi ciğercisi olup olmadığını sorduk. Cevaben “Edirne’nin en iyi ciğercisiyim.” dedi. Diğerlerinden ne farkı olduğunu sorunca, biraz düşünüp aslında hiç birinin birbirinden bir farkı yok, hepsi de aynı deyip, bizi şaşırttı. İkinci ciğerciyi gördükten sonra fark ettik ki aslında usta doğru söylüyordu. Fark; pişirme süresi ve yağın temizliğiydi. İkinci yediğimiz yerde yağı ilk kez bizde kullanıp, tam kıvamında pişirince, ciğer çok leziz olmuştu. Yerli halkın söylediği gibi Edirne’nin 32 ciğercisinden herhangi birinde ciğer giyebilirsiniz ama tavsiye; girdiğinizde yağın temizliğine dikkat edin sadece...

Eski Camii
Derken Çekül’ün Sinan Eserleri Gezi Haritası’ndaki (www.sinanasaygi.com) tavsiyeye uyarak, geziye Sinan’ın eserinden önce Eski Cami ile başladık. Duvarlarında Büyük “Allah”, “Muhammet” yazıları ve Osmanlı Tuğrası yazan, heybetli sutunlar ile kubbe oymalara sahip , ilk kez kesme taş kullanarak yapılan ve Edirne’nin başkent olduğunu dönemden yadigar olan Eski Camii çok etkileyici. Sanki bizi Selimiye’ye hazırlar gibi bir hali vardı. Bir çok amatör fotoğrafçının bu yazıları arka planda kullandığı dua eden insanlar çalışmalarına benzer çalışmaları yapıp, camiden ayrıldık.

Selimiye Camii
Öğle vaktine doğru namaz için, Selimiye Camii’nin yolunu tuttuk. Avlusuna girene kadar caminin çok estetik ve çok kibar bir camii olduğu göze çarpıyor. Yapının her santimetrekaresi tartışmasız ince bir zevkin ürünü.
Kapıdan içeri adım attığınızda, alışılmadık bir meydan buyur eder inananları ve gezginleri. Eski Cami içinde Edirne’de olduğunuzu hissettirir ama Selimiye’ye İstanbul’a döndüğünüzü düşündürür. Sultanahmet’in mi, Süleymaniye’nin mi, Şehzade Mehmet’in mi içinde bulunduğunuzu düşünürsünüz. Selimiye’nin bu yapılarının en iyisi olduğunu kabul edersiniz. Fakat yolculuk öncesinde yaptığınız araştırma’da okuduklarınız beklentileri yükseltmiş (http://www.edirnevdb.gov.tr/kultur/pdf/selimiye.pdf) ve beklediğiniz etkiyi yaratamamış olabilir. İnce, kibar ve dönemin İslami yapılarında karşılaşmadığımız bir zarif mimari tamamen bu camiide bulunuyor. Ama İslamın ruhaniliğinden daha çok Mimarinin dünyeviliğini barındırıyor. Gizli ruhani büyüsü ise namaz esnasında camiinin akustiğinde ortaya çıkıyor. Huzur veren hoş bir seda... Top güllesi, minarelerindeki üç yol, ters lale, en yüksek mihrap, geniş kubbesi ile mutlaka görülmesi gereken Osmanlı mimarisinin en önemli eseridir, Selimiye Camii.
Üç Şerefeli Cami ve Ali Paşa Çarşısı
Şehrin 3. büyük İslami eseri olan 3 şerefeli Camii de artık sıra. Bu üç caminin bulunduğu bölge sanki bir cami kampüsü. Hepsi bir kaç saat içinde rahatlıkla dolaşılabilir. 3 Minaresi olmasına rağmen tek minaresi 3 şerefi olan ve diğer minareleri şeker çubuklarını andıran bu camii’de enine doğru uzayan ve iki filayak üzerinde geniş bir kubbesi olan bir camidir. Yazılanlara bakılırsa, Mimar Sinan Selimiye’nin kubbesinde bu camiden esinlenmiştir. Bunu bilmeyen bir gezgini, ister istemez böyle düşündürecek kadar geniş bir kubbe. Dışarıda sıcak bir hava olmasına rağmen bu camiiye girdiğinizde, taştan bir igloya girdiğinizi düşünebilirsiniz. Minber’in kapısının yanında iki tane dönen silindir bulunmaktadır. Bu silindirler döndükçe camiinin dengesi korunuyor anlamına geliyormuş. Selimiye’den sonra Üç Şerefeli’ye geldiğinizde, Selimiye’nin ne kadar başarılı bir şekilde aydınlatıldığını daha iyi anlaşılıyor.
Üç Şerefeli Camiden çıktıktan sonra trafik ışıklarının biraz aşağısında, Sinan’ın eseri olan Ali Paşa Çarşı’nı görürsünüz. 200 metre uzunluğunda bu çarşıda Edirne’ye özgü pek bir şey bulamazsınız. Üzüm sabunu ve bir kaç helvacı dışında, Beyazıt’taki taklit eşya satıcıları ve Sultanahmet’teki hediyelik eşyacılara benzer esnafın toplandığı bir çarşı. Görmedim dememek için bir kaç adım atılmalı.
Karaağaç
Çarşının çıkışında Karaağaç yoluna yakınlaşılır. Emin olmak için yine yerli birine Karaağaç yolunu sormakta fayda var. Sürekli dolmuşlar giden Karaağaç’a vaktiniz varsa yürüyerek gidin.
İki tarihi eski köprünün üzerini arşınlamak iyi gelecektir. Yorgunluğunuzu, ikinci köprü ile sizi karşılayan Meriç nehri kıyısında içilecek soğuk içeçeklerin unutturacağından emin olun. Sabah kahvaltısının, akşamüstü birasının, üniversite öğrencilerinin iştahına bakılırsa öğlen lahmacunun keyfine varılacak hoş bir yer, Karaağaç. Edirne merkez’in deniz eksikliğini fazlası ile kapatıyor. Yorgunluğun keyfe dönüştürdükten sonra dönmek üzere tekrar köprüleri arşınlamaya başladığınızda, sol tarafınızda 2 tane kule bulunur. Stadın karşısındaki, kerestecilerin bulunduğu yoldan içeri girdiğinizde kuleleri takip ederek, yıkık dökük bir sinagog karşınıza çıkar. Demir parmaklıkların arkasında ikinci dünya savaşından çıkmışa benzeyen sinagog, şurada güzel bir fotoğraf çeksem veya kısa film çeksem ne güzel olur arzusu uyandırıyor. Edirneye gitmeden önce hiç bir tanıtım sitesinde rastlayamadığım bu sinagog (Merkez Sinagogu) Edirneye gelince görünmesi gerekenler listesine alınmalı.
Kıyık Et Lokantası – Ali’nin Yeri
Karaağaç’ta, Meriç nehrine nazır, elinde birası, ceketinde bayraklı Atatürk rozeti, saçları ağarmış ve gözlükleri ile emekli öğretmene benzeyen bir beyefendi büyüğün yanına rica ile oturdum.( Şehrin Yerlisine Danışma Methodu) Edirne’ye gelmişken, güzel mezeleri olan bir meyhanede, canımızın Tekirdağ rakısını yudumlamak istedeğini açıkladım. Değerli büyüğümüz biraz düşündükten sonra bize, Kıyıktaki “Ali’nin Yerini” tarif etti. Selimiye Camii ile Ordu Evi arasında kalan yokuşu, Kiler marketi görene kadar çıktıktan sonra marketin yanındaki Kıyık Et Lokantası’dır, Ali’nin Yeri olarak anlattığı.
Burada, birbirinden leziz mezeler arasında adları biraz daha yabancı gelen Burani ve Mazmaza istedik. Köfte ikramı, taze çoban salatası, sövüşlenmiş taptaze kellesi, yarım elma ile gönül almak için sunulan ballı meyve tabağı ve hesaplı fiyatı ile Edirne gezimizi taçlandıran bir akşam demlenmesi oldu, Ali’nin Yeri. Bir de genelde balık resturantlarında olan eritilmiş helva tatlısı, edirne helvasından yapılırsa bir başka oluyor. Geçen günün tadının, ağızda kalmasınına yardımcı olur bu tatlı. Klasik meyhane kültürünü koruduğunu okuduğumuz ama gittiğimizde kapandığını öğrendiğimiz “Gazi Baba’nın Yeri” yerine, mükemmel bir alternatif Kıyık Et Lokantası.
Dönüş, Son Otobüs 8:30’da
Edirne’den İstanbul’a olan en son otobüsün 8:30 olması dışında Edirne’de hiçbir can sıkıcı durum yoktu. Akşam altı’dan sonra ise otogara servislerin olmaması yüzünden sadece dolmuşlarla ulaşım sağlanıyor otogara.(En kısa zamanda gideni 4 numaraymış). Ancak biraz paraya kıyarak, 20 YTL’den başlayan taksi pazarlığınızı 13 YTL ile sonuçlanırsa taksi ile de gidebilirsiniz...




29 Şubat 2008 Cuma

ŞUBAT 2008 - En İyiler Listesi

1.Beggin' (Pilooskire Edit) - Frankie Valli & The Four Seasons
2.Dünyadan Bi'haber - Bedük
3.Daft Is Playing At My House - LCD Soundsystem
4.Tribulations - LCD Soundsystem
5.The Night (Pilooskire Edit) - Frankie Valli & The Four Seasons
6.Confide In Me - Kylie Minogue
7.Dig Lazarus Dig - Nick Cave
8.White Lies (feat. Jessica Butt) - Paul Van Dyk
9.Broken Sunday - Saliva
10.Mercy - Duffy
11.White Horse - Kinky Vinyl
12.Like Tomorrow Will Never Come - Bedük

İlk dinlediğimde, "creep", "street sprit" ya da "paranoid android" gibi şarkılar beklerken karşıma daha farklı şarkılar çıktığında hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur. Bir iki kere zor dinledim albümü. Bir kere bırakamadım, dinleyenlerin olumlu görüşleriyle ve Radiohead'e olan inancım ile tekrar dinlemeye başladım...İlk "You all i need" beyne kazıma tekrarlarıma konu oldu. Basit sözler, ancak Tom York'un sesi ile bu kadar güçlü olabilirdi. Sonra "Weird Fishes" ve "Faust Arp"'ın hakimiyetine aldı beni. Bu iki şarkıyı dinledikten sonra, başka bir şarkıya geçmek ne kadar da zor. "Bu yok hoppa", "bu çok boş", "bu bu ne be" gibi yorumlar yaptırıyor. Abartılı bir yorum belki de ama bu albüm diğer albümlere büyük haksızlık olmuş. Radiohead - In Rainbows...Sabırla Dinleyin...

22 Şubat 2008 Cuma

OCAK 2008 - En İyi 10 Şarkı

1. 24 – Jem
2. Watch Us Working – Devo
3. Joan of Marc (ft Tailand) – David Guetta
4. The Things That We Could Share – Groove Armada
5. Le Disco – Shiny to Guns
6. If I Were A Rich Man - Fiddler On The Roof Opera
7. All I Need - Radiohead
8. Born To Lead – Hoobastank
9. You Must Have Been Beautiful - Bobby Darin
10. Like Something For Porno – Felix Da Housecat



On şarkı içerisinden bir kaç şarkının çıkmasına başarı gözü ile bakılan albümlerin ötesinde, David Guetta'nın Pop Life albümü tek şarkı atlamadan tüm parçaları defalarca dinleyebileceğiniz bir albüm...Tavsiye oluna...