25 Mart 2008 Salı

10 Saatlik Edirne Gezisi

Haftaiçinin yorgunluğu ve cuma akşamından kalmalık, sabah sekiz otobüsünün koltuğuna oturduğunuzda “Ne işim var, Edirne’de?” sorusunu sorduyor. En başında bilete para ödemeseydik, kalkıp miskin yatağınıza geri dönecek ve ne kadar büyük bir fırsatın kaçtığından bihaber olacaktık. Otobüsün yavaş yavaş hareket etmesi, şımarık İstanbul’dan bir süreliğine de olsa uzaklaşmanın iyi geleceğini hissettirip, direnç kazandırıyor irademize.
Internetteki hava durumu tellallarının aksine çok güzel, sarı bir günle başlayan yolculukta, solumuzda görünen Kumburgaz’ın, boğazın vitrin denizinin ötesinde, içine karışabileceğimiz maviliğini görmek bile insanı heyecanlandırıyor.
Edirne yolu olabildiğine düz bir yol. Kimi zaman “Bu otobüs ne kadar da yavaş, kaçla gidiyoruz?” sorusuna, kadranda “120 km/sa” cevabını alacak kadar düz bir yol. Belki de bir gece öncesinden, Edirne’de yapılacak Ciğer Tava ile kahvaltı’nın büyüsünü bozmamak için açlıkla terbiye edilen midelerimiz zamanın akışını bu denli yavaş hissettiyor bize. Güney Trakya’nın yerleşimleri birbirine çok benzeyen bir coğrafya sahip olduğu için, Edirne’nin çevresi ile Büyük Çekmece arasında coğrafi bir fark göremezsiniz. Kısır bir döngü içindeki kobay fare burhanı yaşabilecek bir benzerlik.Volkan Turizm’in muavinin tıkabasa dolu otobüste, “Nerede ineceksiniz?” sorusu yerine “Numaran kaç?” ile yaptığı dumur bilet kontrolüyle başlayan yolculuk iki buçuk sonra şehrin dışındaki (“Edirne Doğu” sapağından girilerek, şehrin merkezine varılıyor) otogara ulaşarak sonlanıyor ve sonrasında servis ile merkeze ulaşılıyor.
Servis ile giderken Selimiye Camii’nin sadece iki minareli olduğunu düşünmenize neden olacak manzara ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Kimilerine göre nereden bakarsanız bakın iki minare olarak göründüğü idda edilen minareler sadece şehrin girişindeki uzun yolda iki minare olarak görülüyor.


Turizm Danışamama
Servisler hemen Selimiye Cami’nin yanında bırakıyor. Entellektüel açlığımız, biyolojik açlığımızın çok gerisinde olduğu için, Mimar Sinan’ın görkemli eserini göz ardı edip, Ciğer Tavacılardan başkasını umursamaz oluyoruz. Biraz dişimizi sıkıp, çok güler yüzlü ve iyi niyetli insanların çalıştığını okuduğumuz, büyük bir metal levha içine sıkıştırılmış, küçük “i” harfinin
işaret ettiği turuncu talebaya uyup, Turizm Danışma’ya doğru yol alıyoruz. Ancak müzeler hariç tüm haftasonu çalışmayan resmi daireler gibi turizm danışma, camına ay yıldızı asmış bir şekilde bizi selamlayarak, “Türkiye Cumhuriyeti, asla haftasonu gezginlerin danışmasına izin vermez!” diye fısıldadı.

Ciğer Tava
Böylece Turizm Danışma yerine Şehrin Yerlisine Danışma metodunu uygulamaya başladık. Sorduğumuz iki kişi kendi aralarında tereddüt etselerde (Kazım idi, Aydın idi, Kazım idi, Aydın idi) bize en iyi ciğerin Aydın Tava Ciğer’de yapıldığını söylediler. Sora sora bulduktan sonra dükkanın içinde ciğer paketlerinden oluşmuş dağ ile karşılaştık. Daha ciğerin tadına bakmadan, bu kadar çok sipariş alıyorsa, doğru yere geldiğimizi düşünmeye başladık. Başlangıç olarak bir porsiyon söyledik. Bir porsiyonun yetmeyeceğinden adımız gibi emindik. Büyük bir heyecanla beklediğimiz ciğerler geldiğinde açıkcası hevesimiz yarım kaldı. İstanbul’da Barbaros yokuşundaki Edirne Ciğercisi’nden hiç bir farkı yoktu. İkinci porsiyonları yemeden kalktık. Sorduklarımızın dışında Hürriyet’in Seyahat ekinde yazan Çiçek Tava’yı aramaya başladık. İçeri girdiğimizde, ciğer doğrayan ustaların bu saatte de gelinir mi bakışı ile karşılansakta köşeye oturup birer ciğer söyledik. Usta ocağı bizim için yaktı ve bizim ciğerler kızarmaya başladı. Fabrikalaşmamış yoğun kıvamlı yoğurttan yapılmış cacığı, kurutulmuş biberi ile ciğer karşımıza dikildiğinde, ilk ısırışta aradığımız ve özlediğimiz tadın bu olduğunu fark ettik. Keyfimiz yerine gelmişti. Ustaya buranın en iyi ciğercisi olup olmadığını sorduk. Cevaben “Edirne’nin en iyi ciğercisiyim.” dedi. Diğerlerinden ne farkı olduğunu sorunca, biraz düşünüp aslında hiç birinin birbirinden bir farkı yok, hepsi de aynı deyip, bizi şaşırttı. İkinci ciğerciyi gördükten sonra fark ettik ki aslında usta doğru söylüyordu. Fark; pişirme süresi ve yağın temizliğiydi. İkinci yediğimiz yerde yağı ilk kez bizde kullanıp, tam kıvamında pişirince, ciğer çok leziz olmuştu. Yerli halkın söylediği gibi Edirne’nin 32 ciğercisinden herhangi birinde ciğer giyebilirsiniz ama tavsiye; girdiğinizde yağın temizliğine dikkat edin sadece...

Eski Camii
Derken Çekül’ün Sinan Eserleri Gezi Haritası’ndaki (www.sinanasaygi.com) tavsiyeye uyarak, geziye Sinan’ın eserinden önce Eski Cami ile başladık. Duvarlarında Büyük “Allah”, “Muhammet” yazıları ve Osmanlı Tuğrası yazan, heybetli sutunlar ile kubbe oymalara sahip , ilk kez kesme taş kullanarak yapılan ve Edirne’nin başkent olduğunu dönemden yadigar olan Eski Camii çok etkileyici. Sanki bizi Selimiye’ye hazırlar gibi bir hali vardı. Bir çok amatör fotoğrafçının bu yazıları arka planda kullandığı dua eden insanlar çalışmalarına benzer çalışmaları yapıp, camiden ayrıldık.

Selimiye Camii
Öğle vaktine doğru namaz için, Selimiye Camii’nin yolunu tuttuk. Avlusuna girene kadar caminin çok estetik ve çok kibar bir camii olduğu göze çarpıyor. Yapının her santimetrekaresi tartışmasız ince bir zevkin ürünü.
Kapıdan içeri adım attığınızda, alışılmadık bir meydan buyur eder inananları ve gezginleri. Eski Cami içinde Edirne’de olduğunuzu hissettirir ama Selimiye’ye İstanbul’a döndüğünüzü düşündürür. Sultanahmet’in mi, Süleymaniye’nin mi, Şehzade Mehmet’in mi içinde bulunduğunuzu düşünürsünüz. Selimiye’nin bu yapılarının en iyisi olduğunu kabul edersiniz. Fakat yolculuk öncesinde yaptığınız araştırma’da okuduklarınız beklentileri yükseltmiş (http://www.edirnevdb.gov.tr/kultur/pdf/selimiye.pdf) ve beklediğiniz etkiyi yaratamamış olabilir. İnce, kibar ve dönemin İslami yapılarında karşılaşmadığımız bir zarif mimari tamamen bu camiide bulunuyor. Ama İslamın ruhaniliğinden daha çok Mimarinin dünyeviliğini barındırıyor. Gizli ruhani büyüsü ise namaz esnasında camiinin akustiğinde ortaya çıkıyor. Huzur veren hoş bir seda... Top güllesi, minarelerindeki üç yol, ters lale, en yüksek mihrap, geniş kubbesi ile mutlaka görülmesi gereken Osmanlı mimarisinin en önemli eseridir, Selimiye Camii.
Üç Şerefeli Cami ve Ali Paşa Çarşısı
Şehrin 3. büyük İslami eseri olan 3 şerefeli Camii de artık sıra. Bu üç caminin bulunduğu bölge sanki bir cami kampüsü. Hepsi bir kaç saat içinde rahatlıkla dolaşılabilir. 3 Minaresi olmasına rağmen tek minaresi 3 şerefi olan ve diğer minareleri şeker çubuklarını andıran bu camii’de enine doğru uzayan ve iki filayak üzerinde geniş bir kubbesi olan bir camidir. Yazılanlara bakılırsa, Mimar Sinan Selimiye’nin kubbesinde bu camiden esinlenmiştir. Bunu bilmeyen bir gezgini, ister istemez böyle düşündürecek kadar geniş bir kubbe. Dışarıda sıcak bir hava olmasına rağmen bu camiiye girdiğinizde, taştan bir igloya girdiğinizi düşünebilirsiniz. Minber’in kapısının yanında iki tane dönen silindir bulunmaktadır. Bu silindirler döndükçe camiinin dengesi korunuyor anlamına geliyormuş. Selimiye’den sonra Üç Şerefeli’ye geldiğinizde, Selimiye’nin ne kadar başarılı bir şekilde aydınlatıldığını daha iyi anlaşılıyor.
Üç Şerefeli Camiden çıktıktan sonra trafik ışıklarının biraz aşağısında, Sinan’ın eseri olan Ali Paşa Çarşı’nı görürsünüz. 200 metre uzunluğunda bu çarşıda Edirne’ye özgü pek bir şey bulamazsınız. Üzüm sabunu ve bir kaç helvacı dışında, Beyazıt’taki taklit eşya satıcıları ve Sultanahmet’teki hediyelik eşyacılara benzer esnafın toplandığı bir çarşı. Görmedim dememek için bir kaç adım atılmalı.
Karaağaç
Çarşının çıkışında Karaağaç yoluna yakınlaşılır. Emin olmak için yine yerli birine Karaağaç yolunu sormakta fayda var. Sürekli dolmuşlar giden Karaağaç’a vaktiniz varsa yürüyerek gidin.
İki tarihi eski köprünün üzerini arşınlamak iyi gelecektir. Yorgunluğunuzu, ikinci köprü ile sizi karşılayan Meriç nehri kıyısında içilecek soğuk içeçeklerin unutturacağından emin olun. Sabah kahvaltısının, akşamüstü birasının, üniversite öğrencilerinin iştahına bakılırsa öğlen lahmacunun keyfine varılacak hoş bir yer, Karaağaç. Edirne merkez’in deniz eksikliğini fazlası ile kapatıyor. Yorgunluğun keyfe dönüştürdükten sonra dönmek üzere tekrar köprüleri arşınlamaya başladığınızda, sol tarafınızda 2 tane kule bulunur. Stadın karşısındaki, kerestecilerin bulunduğu yoldan içeri girdiğinizde kuleleri takip ederek, yıkık dökük bir sinagog karşınıza çıkar. Demir parmaklıkların arkasında ikinci dünya savaşından çıkmışa benzeyen sinagog, şurada güzel bir fotoğraf çeksem veya kısa film çeksem ne güzel olur arzusu uyandırıyor. Edirneye gitmeden önce hiç bir tanıtım sitesinde rastlayamadığım bu sinagog (Merkez Sinagogu) Edirneye gelince görünmesi gerekenler listesine alınmalı.
Kıyık Et Lokantası – Ali’nin Yeri
Karaağaç’ta, Meriç nehrine nazır, elinde birası, ceketinde bayraklı Atatürk rozeti, saçları ağarmış ve gözlükleri ile emekli öğretmene benzeyen bir beyefendi büyüğün yanına rica ile oturdum.( Şehrin Yerlisine Danışma Methodu) Edirne’ye gelmişken, güzel mezeleri olan bir meyhanede, canımızın Tekirdağ rakısını yudumlamak istedeğini açıkladım. Değerli büyüğümüz biraz düşündükten sonra bize, Kıyıktaki “Ali’nin Yerini” tarif etti. Selimiye Camii ile Ordu Evi arasında kalan yokuşu, Kiler marketi görene kadar çıktıktan sonra marketin yanındaki Kıyık Et Lokantası’dır, Ali’nin Yeri olarak anlattığı.
Burada, birbirinden leziz mezeler arasında adları biraz daha yabancı gelen Burani ve Mazmaza istedik. Köfte ikramı, taze çoban salatası, sövüşlenmiş taptaze kellesi, yarım elma ile gönül almak için sunulan ballı meyve tabağı ve hesaplı fiyatı ile Edirne gezimizi taçlandıran bir akşam demlenmesi oldu, Ali’nin Yeri. Bir de genelde balık resturantlarında olan eritilmiş helva tatlısı, edirne helvasından yapılırsa bir başka oluyor. Geçen günün tadının, ağızda kalmasınına yardımcı olur bu tatlı. Klasik meyhane kültürünü koruduğunu okuduğumuz ama gittiğimizde kapandığını öğrendiğimiz “Gazi Baba’nın Yeri” yerine, mükemmel bir alternatif Kıyık Et Lokantası.
Dönüş, Son Otobüs 8:30’da
Edirne’den İstanbul’a olan en son otobüsün 8:30 olması dışında Edirne’de hiçbir can sıkıcı durum yoktu. Akşam altı’dan sonra ise otogara servislerin olmaması yüzünden sadece dolmuşlarla ulaşım sağlanıyor otogara.(En kısa zamanda gideni 4 numaraymış). Ancak biraz paraya kıyarak, 20 YTL’den başlayan taksi pazarlığınızı 13 YTL ile sonuçlanırsa taksi ile de gidebilirsiniz...




Hiç yorum yok: