4 Haziran 2010 Cuma

Başında Çiçekler Açan Adam

Başında çiçekler açan adamdı. İnce, uzun yemyeşil gövdelerinin üstünde tüm çicekler kendilerine yer bulmak için itişip dururlardı, başında. Berbere gitmezdi, keza bahçıvan’a da hiç gitmedi, başında çicekler açan adam. Bir ara bir kadına verecek oldu bir tanesini, nasıl yapacağını bilemedi. Canının yanacağından korktuğundan mıdır, kıyamadığından mıdır, çicekçiden aldı bir demet. Kendi çicekleri kadar güzel olmayan çicekleri verdiği kadın da, başında çicekler açan adamın gördüğü kadar güzel olmadığından, sonbaharda kuruyup düşen ilk yaprakla beraber kayıplara karıştı.
Vedasız ayrılık sonrası, midesine kramp yumruklarını inmeye başladı. Midesini kramplar döven adam, evinin altındaki beyaz önlüklü manavdan kilo kilo sağlık satın almaya başladı. Ucuz bir meyve değildi, sağlık. Dinlediği müzik çalar ile sadece kendi kalbinin sesini dinleyen, belki de duyabilen demek doğru olur, bu manav, midesini kramplar döven adama kilolarca sattığı sağlığın yanında bedavadan umutlar vermeyi de ihmal etmedi. Vedasız ayrılık, midesini kramplar döven adamın kol saatinde evladiyelik bir yer edindi. Zehirlenmiş akrep ve gediklisi yelkovan uzaklaşamıyorlardı, koşu bandındaymışcasına en hızlı hallerinde bile aynı yerlerindeydiler.
Kol saati duran adam, duşa ihtiyacı olduğunu fark etti. Banyoya girdi ve en dirençli musluğu çevirdi. Sapır sapır sabır akan fıskiyenin altına durdu. Buz gibiydi sabır. Sabıra sabretmekte zordu. Zorladı. İyi geldi duş! Sabır temizlemişti bedenini, kirli düşüncelerden.
Kol saatini bir ayakkabıcıya bıraktı. Tamir edildikten sonra, koş dediğinde koşacak dur dediğinde duracak bir saat olmazsa kolundaki, dükkanın önünde bir hafta kolbastı oynamakla tehdit etti, ustayı. En büyük korkusu elektrik çarpması olan ayakkabı ustası, gece boyu gözüne uyku girmeden sabah saatine kadar biterecekti tamiri.
Kol saatini ayakkabı ustasına bırakan adam evine girecekti ki, duygularını evrenselin sıralarında bırakmış olan beyaz önlüklü manav, en yeni sağlıktan iki kilo ayarladığını söyleyerek karşısına çıktı. Hormonlu sağlığa daha fazla katlanmaya gerek yoktu, orgazmik sağlık istediğini söyledi, bon bon şekeri gözleri ile bön bakan manava, satın aldığı sağlığa tepkili adam. “Ya da sen üretme ben orgazm oldukça zaten üretim sağlığı” deyip giriverdi kapıdan içeri.
Midesinde krampa yer olmayan adam, eve girer girmez, körlüğünü fark etti. Gözlerine inen perdeleri yaktı. Yakarsa bir daha inemezlerdi nasıl olsa. Pencereleri açar açmaz, oksiyen adında bir prensese kaptırdı ruhunu. Doldukça prenses ruhuna, hafiflediğini, özgürlük kadar kuş olduğunu hissetmeye başladı. Kanat çırpsa uçacaktı sanki. Mutlulukla baktı aynaya. Baktı çiceklerine. Güldü dünyasına hiç hissetmediği yada bugüne kadar hissettiği tüm duyguların haliyle, başında çicekler açan adam. O artık bir güldü...