tag:blogger.com,1999:blog-7875938886136041222024-02-19T05:51:31.652+03:00Deli Dumurdelidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.comBlogger18125tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-53710880123408672122010-06-04T08:34:00.000+03:002010-06-04T08:35:27.830+03:00Başında Çiçekler Açan AdamBaşında çiçekler açan adamdı. İnce, uzun yemyeşil gövdelerinin üstünde tüm çicekler kendilerine yer bulmak için itişip dururlardı, başında. Berbere gitmezdi, keza bahçıvan’a da hiç gitmedi, başında çicekler açan adam. Bir ara bir kadına verecek oldu bir tanesini, nasıl yapacağını bilemedi. Canının yanacağından korktuğundan mıdır, kıyamadığından mıdır, çicekçiden aldı bir demet. Kendi çicekleri kadar güzel olmayan çicekleri verdiği kadın da, başında çicekler açan adamın gördüğü kadar güzel olmadığından, sonbaharda kuruyup düşen ilk yaprakla beraber kayıplara karıştı.<br />Vedasız ayrılık sonrası, midesine kramp yumruklarını inmeye başladı. Midesini kramplar döven adam, evinin altındaki beyaz önlüklü manavdan kilo kilo sağlık satın almaya başladı. Ucuz bir meyve değildi, sağlık. Dinlediği müzik çalar ile sadece kendi kalbinin sesini dinleyen, belki de duyabilen demek doğru olur, bu manav, midesini kramplar döven adama kilolarca sattığı sağlığın yanında bedavadan umutlar vermeyi de ihmal etmedi. Vedasız ayrılık, midesini kramplar döven adamın kol saatinde evladiyelik bir yer edindi. Zehirlenmiş akrep ve gediklisi yelkovan uzaklaşamıyorlardı, koşu bandındaymışcasına en hızlı hallerinde bile aynı yerlerindeydiler.<br />Kol saati duran adam, duşa ihtiyacı olduğunu fark etti. Banyoya girdi ve en dirençli musluğu çevirdi. Sapır sapır sabır akan fıskiyenin altına durdu. Buz gibiydi sabır. Sabıra sabretmekte zordu. Zorladı. İyi geldi duş! Sabır temizlemişti bedenini, kirli düşüncelerden. <br />Kol saatini bir ayakkabıcıya bıraktı. Tamir edildikten sonra, koş dediğinde koşacak dur dediğinde duracak bir saat olmazsa kolundaki, dükkanın önünde bir hafta kolbastı oynamakla tehdit etti, ustayı. En büyük korkusu elektrik çarpması olan ayakkabı ustası, gece boyu gözüne uyku girmeden sabah saatine kadar biterecekti tamiri.<br />Kol saatini ayakkabı ustasına bırakan adam evine girecekti ki, duygularını evrenselin sıralarında bırakmış olan beyaz önlüklü manav, en yeni sağlıktan iki kilo ayarladığını söyleyerek karşısına çıktı. Hormonlu sağlığa daha fazla katlanmaya gerek yoktu, orgazmik sağlık istediğini söyledi, bon bon şekeri gözleri ile bön bakan manava, satın aldığı sağlığa tepkili adam. “Ya da sen üretme ben orgazm oldukça zaten üretim sağlığı” deyip giriverdi kapıdan içeri.<br />Midesinde krampa yer olmayan adam, eve girer girmez, körlüğünü fark etti. Gözlerine inen perdeleri yaktı. Yakarsa bir daha inemezlerdi nasıl olsa. Pencereleri açar açmaz, oksiyen adında bir prensese kaptırdı ruhunu. Doldukça prenses ruhuna, hafiflediğini, özgürlük kadar kuş olduğunu hissetmeye başladı. Kanat çırpsa uçacaktı sanki. Mutlulukla baktı aynaya. Baktı çiceklerine. Güldü dünyasına hiç hissetmediği yada bugüne kadar hissettiği tüm duyguların haliyle, başında çicekler açan adam. O artık bir güldü...delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-85064533522223441562010-04-10T12:07:00.002+03:002010-04-10T12:14:56.040+03:00Akdeniz - Panait Istrati<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://kapak.netkitap.com/170zk/R/r85964.JPG"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 151px; height: 240px;" src="http://kapak.netkitap.com/170zk/R/r85964.JPG" border="0" alt="" /></a><span class="Apple-style-span" style=" ;font-family:Verdana;font-size:13px;">Adrian Zograffi, yirmili yaşlarında İbrailli Rumendir. Adrian için İbrail'de annesinin yanında yaşlanmak yaşamak sayılmaz, bu yüzden yanına sadece hayallerini koyduğu bavulunu alarak Köstence limanından arkadaşı Mikail'in yaşadığı Mısır'a doğru hareket eden gemiye biner. Çok şey öğreneceği boya ustası yahudi Musa ile yol arkadaşlığı edecektir. Musa'nın bir çok dili bilmesi sayesinde İstanbul, Tire, İzmir ve İskenderiye'de şehirlerin tadını çıkarma fırsatı bulacaktır. Bir yandan Musa'nın bir muhabbet tellalına aşık olan kızı Sarah'ın bar açma hayallerini hayran hayran dinleyecek, bir yandan da kızının hayat kadını olmasından perişan olmuş Musa ile rüzgarın götürdüğü yere gidip insanlığı sorgulayacaktır. Zengin olma gibi bir düş taşımayıp, aksine zenginliğin bir çok şeyden edeceğini düşünmektedir. İskenderiye'de, kısa zamanda çok şey öğrendiği Rumen arkadaşı Mikail'in daha rahat bir yaşam için yaptıklarına şaşırıp kalacak ve arkadaşlığı her şeyden üstün tutan ve özgürlüğüne düşkün düşüncelerini zaman zaman sorgulayacaktır. Her sorgulamada kendisinden daha emin olan maceraperest Adrian, hayran olunacak bir empati örneği göstererek çevresindeki insanları onursuz bulmasına rağmen, onlara anlam bulmayı becerebilecektir. Özgürlüğü ve hayata bakışı ise, ileride zengin olabileceği Şam'da Shakespeare'i tanıyan tek bir insan bulamadığı için şehri terketecek kadar güzelliğe açlığı barındırmaktadır. Kısacası Akdeniz'in maviliğinde, insanları ve kendini arayıp, anlayıp, güzellikten,insanlıktan yana olmaya çalışan bir gezginin öyküsü.<br />İlk defa bir kitapta, ana kahraman gözümde canlanmadı. Ana kahramanda kendimden bir şeyler bulmadım. Adrian, bendim. ( Bir kaç eşcinsel hareketi hariç tutmalıyım. ) Arkadaşlığa ve özgürlüğüne herşeyden çok değer veriyor ve dünyevi metalar üzerine bir şeylerden vazgeçmek yerine metalardan vazgeçip inandığı şekilde yaşamayı seçiyor. Akdeniz'de, Romanya'nın soğundan uzak, bir kadeh rakı ve nargile ile geçebilecek bir zenginliği istiyor.</span>delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-89846179022441610622010-04-01T04:33:00.000+03:002010-04-01T04:34:31.232+03:00Özgür ve Mutlu mu?<span class="Apple-style-span" style="font-family: 'Times New Roman'; font-size: medium; "><p><span style="font-family:Times New Roman;font-size:100%;">Renk cümbüşü havuz. Sarının en solgunu, kırmızı en çırtlağı, ismini daha önce duymadığın renklerin kumkuması. Tek siyah sensin belki. Kendine siyahı yakıştıramıyorsun ama diğer renklere de ait değilsin. Siyah iyidir, her anlama yer verir... Damdan atlar gibi atlıyorsun, hemen aşağıdaki rengarenk havuza. Kimse davet etmedi. Kimse gel buyur demedi. Havuzun içinde sarıp sarmalandın. Ağzına, burnuna giren, mutluluk. İyi de yüzüyorsun, ya da dalıyorsun demeli. Bir daha nefes almana gerek kalmayacak ve ömür boyu orada kalacaksın. Bunu isterdin. Olmayacağını biliyorsun. Keşkenden sonra şu dökülüyor ağzından, insan hayatta mutlu olmalı. Mutlu olmak için yaşamalıyız. Hayatın sırrı çözüldü. Avazın çıktığı kadar bağırmak istiyorsun bunu. Ağzını açar açmaz içeri biraz daha mutluluk giriyor. Biraz sonra karnın ağrımaya başlayacak. Başladı bile mi? Aç karna olduğundan bu kadar mutluluk yutmak yormuştur mideni. Hala hayata dair herkesin bildiği ama nedense sır denilen cümleni düşünüyorsun. Diğer duygulara haksızlık yaptığın aklına gelmiyor. Gelmez ki, sevgilinden ayrıldığında, kramplar girmişti midene, boğazın kuruyordu. Sırrında üzüntü olmamalı... Ölüm karanlıkta bir kaç adım öten de, gözlerini sana dikmeden, senin orada olduğunu bilmeden öyle bakarken, gençliğine acıyıp, titremiştin. Korku da yakışmaz bu sırra. Böyle kalsın, ağzın kulaklarına varsın, hamurunda sadece mutluluk olsun hayatın.</span></p><p><span style="font-family:Times New Roman;font-size:100%;">Yine de olmadı değil mi? Boğulduğunu hissetmek üzeresin. Boğuyor seni renkler. Etrafını sarmışlar. Mutluluk boğuyor seni. Hiç bir hareketi istediğin gibi yapamıyorsun. Kurtulman mı lazım? Kelimeyi doğru mu kullandım? Kurtulmak? Neden kurtulmak? Esaret altında mısın? Özgür mü değilsin? Gökten radyo dalgaları ile ışınlarla mutluluğu çizerlerken, içine düşmek bu kadar kolayken, gün aşırı duyduğun kelime, özgürlük, özgürlüğün kayıp gidiyor mu elinden?</span></p></span>delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-61519544867561029352010-03-31T05:16:00.003+03:002010-03-31T05:18:12.776+03:00ADANA - Lezzetin Dorukları<span class="Apple-style-span" style=" ;font-family:Verdana;font-size:13px;"><b>Şehrin ismini alan kebaba her ustasının bir şeyler kattığı Çukurova'daki büyük kebap tarlası...</b><br />Pegasus'un gezmeyi sevenleri yerinden hoplattığı <i>"PEGASUS 9.99 TL lik 100.000 Koltuk ile Yeni Terminale Hoşgeldin Kampanyası"</i>ndan aldığımız 10 tl'lik uçak bileti ile Ocak ayının 9'unda 6:20 uçağıyla gitmek üzere, Taksim'den kalkacak 04:00 servisine bindik. (Havaş Taksim Sabiha Gökçen - 13 TL) Yollar bomboş olduğu için 04:35'te modern ve güzel bir tasarıma sahip Sabiha Gökçen U.H.'dan içeri girdik. Bir saat sonra önünde uzun kuyruklar oluşacak kontuarlar bomboştu ve hemen check-in işlemini gerçekleştirdik. Zirvesi karlı ve dik yamaçlara sahip Torosların üzerinden gri, yeşil ve mavi'nin tonlarını barındıran çeşit çeşit geometrik şekildeki tarlaların uçsuz bucaksızmış gibi durduğu Çukurova'nın içerisinde kendine yer bulan havalimanına bir saat on beş dakikalık uçuştan sonra indik. Nizamiyeden çıkarken yolun solunda şehir merkezine giden Meydan dolmuşlarına ait durak var. Şehiriçinde dolmuşlar arı gibi çalışıyor. Çok beklemeden gelen minibüs ile şehir merkezine ( bizim için gezimizde şehrin merkezi Çetinkaya A.M. oldu) 10 dakika'da vardık.( Minibüs ücreti 1 lira ). İnerinmez kahvaltıyı ciğer ile yapmak için Birbiçer'i aramaya koyulduk. Dolmuş önünden geçiyormuş meğer ama biz bir daire çizerek Birbiçer Ciğere ulaştık.<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhak9LdAFGE1EGDqxQ0JJSPDtrXK1kKQbR2KhtoTO3zFlIq0iC0iysbGVm_tKCV81bkzFkNwNPSEkiz-18cRV05LRi75svzgMKBDRRn3uXwqGqKe0_zScUzhdN2YZLL23P85bStVbl6QwNA/s1600/Adana+010.jpg" style="color: rgb(10, 86, 76); text-decoration: underline; "><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhak9LdAFGE1EGDqxQ0JJSPDtrXK1kKQbR2KhtoTO3zFlIq0iC0iysbGVm_tKCV81bkzFkNwNPSEkiz-18cRV05LRi75svzgMKBDRRn3uXwqGqKe0_zScUzhdN2YZLL23P85bStVbl6QwNA/s200/Adana+010.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5454607993999673794" style="border-top-width: 1px; border-right-width: 1px; border-bottom-width: 1px; border-left-width: 1px; padding-top: 4px; padding-right: 4px; padding-bottom: 4px; padding-left: 4px; border-top-style: solid; border-right-style: solid; border-bottom-style: solid; border-left-style: solid; border-top-color: rgb(204, 204, 204); border-right-color: rgb(204, 204, 204); border-bottom-color: rgb(204, 204, 204); border-left-color: rgb(204, 204, 204); float: right; margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom: 10px; margin-left: 10px; cursor: pointer; width: 200px; height: 134px; " /></a> ( Birbiçer Çetinkaya AM'den havalimanına doğru giderken bir kaç yüz metre sonra solda, yolun ortasındaki ağacın arkasında.) Adanalı asker arkadaşım, Mehmet'in söylediğine göre, 8'den sonra ciğercilerde pek ciğer bulunmuyormuş. Biz biraz ümitsiz gittik, Birbiçer'e. Ancak İçeride onlarca şişi görünce, heyecanımız yeniden canlandı. Ocak başına oturmadık. Aslında ocak başına oturmak, ciğeri sürekli sıcak yemek için en uygun olanı. Üzerinize koku sinmesinden çekinmiyorsanız, en güzeli ustanın karşına geçerek, muhabbet ile ciğeri yemeniz. Ciğerleri beklerken, her nereye gitsek karşımıza çıkacak olan turp tabağı, karışık salata, ince doğranmış domates, sumaklı soğan tabakları geliyor. Lavaşı enine ikiye bölerek getiriyorlar. İncelmiş lavaşa sarılan ciğerin tadını daha iyi anlayabiliyorsunuz. Ciğerleri çok taze olduğu için çok lezzetli. Kesinlikle kalburüstü bir tadı var. Ciğerin yanında kendi şalgamlarını sunuyorlar. Ayranları ise kıvamlı ve ideal ekşilikte. (3 ciğer, 1 ekşi ayran ve 2 şalgam = 27 lira ) Hemen yanında Adana'ya gitmeden önce bir çok insanın tavsiye ettiği Eyvan Kebap var. (Ancak biz tercihimizi Eyvan'dan yana kullanmayacağız). Akşam Kebapçı Mesut'u ararken zaman kaybetmemek için, yakınında olduğumuz eski sebze halinin orada yerini belliyoruz (Kebapçı Mesut, sebze halimini ortalayan yolun hemen sağında. ) ve sonra Taşköprü'ye doğru yollanıyoruz. Restorasyon sonrası İstanbul surlarına dönmüş Taşköprü'yü görüyoruz. Köprünün yıpratılmış tarihi dokusunu Seyhan nehrinin güzelliği örtmeye çalışıyor. Bu kadar maviliği denizlerde görmeye alışmış benim gibi insanları hayrete düşürecek kadar güzel bir su akıyor, köprünün ayaklarından. Seyhan nehri, Taşköprü, Sabancı Camii ve Hilton şehrin önemli manzarasını oluşturuyor. Nehrin yanından Sabancı Camii'ne doğru giderken parkta bulunan balon hedeflerine birkaç el atış yapmayı da ihmal etmiyoruz. Cami'nin içine girdiğimizde, cumhuriyet öncesi camii mimarisinde yapılan son dönem yapılarının en güzel örneklerinden biri ile karşı karşıya kalıyoruz. Mekke ile İstanbul arasındaki en büyük Camii'ymiş. Her ne kadar güzel bir camii olsa da, bu tarzdaki daha iyi diğer camiileri geçemeyeceği için modern mimariye sahip olmasını yeğlerdim. Hemen yanında Belediye tarafından çok güzel tasarlanmış park bulunuyor. Yolun kenarında ve parkın içerisinde bir çok turunç ağacı diziliyor. Meyvelerini almak serbest. Zaten zıplamadan ulaşılabilecek mesafadeki meyveler dallarından koparılmış. Stadın yanında olduğumuzu görünce, Kling Usta'ya gitmeyi öneriyorum. Çünkü Külbastılı Adana kebabını bayağı övmüşlerdi. Tok karna yemek yemek için Kling Usta'nın peşine düşüyoruz. Stadın baraj tarafındaki bölümünde Ege Taksi var. Ege taksinin hemen yanında Kling Usta. <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgV5k9W4epz5ih5hpFM3n6dffzAjY7xoJ78YSuAqxtqfvuhDSPNa80eWLrZEuZmE96CA1vVzpypDreW-pyo_5hvHjL4ZfhLJUsKdoHw-C3RxTdtBbPti-1A8cjbg3GdOPJsOmoWuIhIb3wg/s1600/Adana+103.jpg" style="color: rgb(10, 86, 76); text-decoration: underline; "><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgV5k9W4epz5ih5hpFM3n6dffzAjY7xoJ78YSuAqxtqfvuhDSPNa80eWLrZEuZmE96CA1vVzpypDreW-pyo_5hvHjL4ZfhLJUsKdoHw-C3RxTdtBbPti-1A8cjbg3GdOPJsOmoWuIhIb3wg/s200/Adana+103.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5454609179508880066" style="border-top-width: 1px; border-right-width: 1px; border-bottom-width: 1px; border-left-width: 1px; padding-top: 4px; padding-right: 4px; padding-bottom: 4px; padding-left: 4px; border-top-style: solid; border-right-style: solid; border-bottom-style: solid; border-left-style: solid; border-top-color: rgb(204, 204, 204); border-right-color: rgb(204, 204, 204); border-bottom-color: rgb(204, 204, 204); border-left-color: rgb(204, 204, 204); float: left; margin-top: 0px; margin-right: 10px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; cursor: pointer; width: 200px; height: 134px; " /></a>İçeri girdiğimizde, çekişmeli bir tavla maçı vardı ve ateş yeni yeni yanıyordu. Birer porsiyon külbastılı Adana kebabı söyledik. Yanına yine ayran söyledim. Kıvamı çok yoğun olmasına rağmen ekşi olmadığından ayranın içimi pek keyif vermedi. Yemek öncesi sadece domatesten yapılmış ezme,sumaklı soğan, karışık salata ve turp geldi. Bizden önce sipariş verilen dürümler yola çıktıktan sonra özellikle yağlı ekmekleri ( yağlı ekmeği artık istemeden pek getirmiyorlarmış, etin yağında çürümüş lezzetli lavaş) ile istediğimiz Adana ve külbastı koca beyaz tabağında geldiler. Hemen Adana'daki ilk Adana Kebabının tadına baktım. Kesinlikle kıyma tadı değil, et tadı aldım. Ayrıca içinde kıyılmış kırmızı biberler bulunuyordu. Daha önce yediklerimden çok daha güzel olmasına rağmen, daha sonraki yiyeceklerimden daha iyi değildi. Külbastısını tattığımda ise, hayatımda bu kadar yumuşak eti az yediğimi fark ettim. Her iki tatta çok leziz olmasına rağmen, külbastı daha öne çıkıyordu. Ustanın ve garson arkadaşların güler yüzlülüğü ile tok karınlarımız daha bir tok kalktık. Çevrede dolanmaya başladık. Sonra karşımıza Kazım Büfe çıktı. Kazım Büfe'de mutlaka muzlu süt için diye tavsiye almıştık. Adanaya yemek için gitmiştik ve tokluk üzerine tokluk yaşasaksa amacımız, bu sütü içmeliydik. Önümüzdeki sıra bitip, muzlu sütlerimizi aldığımızda, lezzetine şaşırdık. Kusacağımı tahmin ederken, muzlu sütün keyfini çıkarırken buldum kendimi. Süt içtiğimize şaşırmış bir halde Tran garına doğru yollandık. Yol üzerinde Sular Böreği gördük. Bunun da bir lezzet durağı olduğunu biliyordum ama içerisinden gelen kokular midemde kramplara neden oldu. Tren garını da gezdikten sonra Ziyapaşa Bulvarı'dan eski şehre doğru yollandık. 5 Ocak Meydanına yakın Çakmak Caddesi'nde Gönül Kardeşler'de tatlı yemeğe karar verdik. <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhOpFvP69KZlBRWNKHJ2BWQJ4QBpfb3gzx3ZY_OVRQiHoL9rmPl2r-pg64zQxpA9Vm_aLDlcRTAU2J1t3fUWvelMQDmNgijSttedR3NHhOS_ZlCAPGy7x0xlfAkN-83nMbSho2W6MJ3w9ud/s1600/Adana+139.jpg" style="color: rgb(10, 86, 76); text-decoration: underline; "><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhOpFvP69KZlBRWNKHJ2BWQJ4QBpfb3gzx3ZY_OVRQiHoL9rmPl2r-pg64zQxpA9Vm_aLDlcRTAU2J1t3fUWvelMQDmNgijSttedR3NHhOS_ZlCAPGy7x0xlfAkN-83nMbSho2W6MJ3w9ud/s200/Adana+139.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5454610012410975986" style="border-top-width: 1px; border-right-width: 1px; border-bottom-width: 1px; border-left-width: 1px; padding-top: 4px; padding-right: 4px; padding-bottom: 4px; padding-left: 4px; border-top-style: solid; border-right-style: solid; border-bottom-style: solid; border-left-style: solid; border-top-color: rgb(204, 204, 204); border-right-color: rgb(204, 204, 204); border-bottom-color: rgb(204, 204, 204); border-left-color: rgb(204, 204, 204); float: right; margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom: 10px; margin-left: 10px; cursor: pointer; width: 200px; height: 134px; " /></a>Taş kadayıf, çevizli karakuş ve fıstıklı halka kadayıf tatlılarını ayakta yiyorsunuz. 3 tatlıyı da tattım. Karakuş'u Mehmet Yaşin'in programında yaptıkları gibi bol cevizli yapmıyorlar. Ancak ununa antepfıstığı karıştırılmış halka tatlı ise, halka tatlıya sınıf atlatmış. Bu kadar göze ve mideye hitap eden tatlı olmasını beklemiyordum. Yemezseniz gerçekten bir şeyler eksik kalmış demektir. Tatlılarımızı yerken, ufak çaplı bir trafik kazası oldu. Bir belediye otobüsü, duran bir motosiklete çarparak devirdi. Kazanın aktörleri aralarında bağırışırken, senaryoda ismine rastlamadığımız bir genç, başrole soyunarak "adamın ekmeği ile ne oynuyon lan" diyerek otobüsü dövmeye başladı. Otobüsün açık kapısından girmek yerine, şöförün kapısını döverek aşağıya inmesi için davetiyeler sundu. Nitekim herkes, yoldan geçmekle sorumlu figuranlar tarafından ayrıldı. Adliyesindeki olaylarıyla meşhur şehrimizde bu kadar güzel yemeğin yanında bu olayı görmesem olmazdı hani. Yemekleri yedikten sonra, otel arama işine koyulduk. Karnımız davul gibi dolanırken, eski şehrin orta sınıf düzgün bir otele sahip olmadığını fark ettik. İki yıldızlı Çavuşoğlu otelinde iki kişilik odayı kişi başı 40 liraya tuttuk. Gaziantep'te kaldığım otel ile kıyasladığımda, bu otel biraz vasat kalıyor. Sıcak su biraz sıkıntı olsa da, temiz çarşaflar sundular. Sabah uçağa binmenin yorgunluğunu biraz uyuyarak attıktan sonra, kaldığımız yerden devam etmek için yola koyulduk. Hedefimiz, şalgamın mucidi Ali Göde'ydi. Çetinkaya Mağazasının yanındaki İnci Otelin karşısında diye aldığımız tarife uygun olarak yollandık. Çetinkaya Mağazası bir mihenk taşı. Bir çok yeri burasını referans alarak tarif edebiliyor Adanalılar. Mutlaka Çetinkaya'nın yerini öğrenin. Ali Göde, küçük bir dükkan. Tezgahında acı sos ve şalgam tencereleri var. Acı soslu şalgamlarımızı söyledikten sonra ben bir iki yudumdan sonra pes ettim. Yerinde de içtikten sonra artık ağzıma şalgam koymam için neden kalmadı. Çünkü tadını bir türlü sevemedim. Burak'ın söylemesine göre gerçekten iyi şalgammış. Her neyse şalgamı da içtikten sonra Kebapçı Mesut'a doğru yollandık. <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEyRmuQpE4ce6ACCN9mcDDq4GGpzM3ixoMGSsf7lJKbraEO9DFi0hB9onDVrmD4CNEWQraCJ7fH5k4-jgyYqEhb6tH6M8uU1hy1Md5XHo4r980qzK-pANYMXg6-8cWUMonK3JlL6hq1YIg/s1600/Adana+162.jpg" style="color: rgb(10, 86, 76); text-decoration: underline; "><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiEyRmuQpE4ce6ACCN9mcDDq4GGpzM3ixoMGSsf7lJKbraEO9DFi0hB9onDVrmD4CNEWQraCJ7fH5k4-jgyYqEhb6tH6M8uU1hy1Md5XHo4r980qzK-pANYMXg6-8cWUMonK3JlL6hq1YIg/s200/Adana+162.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5454610571154521762" style="border-top-width: 1px; border-right-width: 1px; border-bottom-width: 1px; border-left-width: 1px; padding-top: 4px; padding-right: 4px; padding-bottom: 4px; padding-left: 4px; border-top-style: solid; border-right-style: solid; border-bottom-style: solid; border-left-style: solid; border-top-color: rgb(204, 204, 204); border-right-color: rgb(204, 204, 204); border-bottom-color: rgb(204, 204, 204); border-left-color: rgb(204, 204, 204); float: right; margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom: 10px; margin-left: 10px; cursor: pointer; width: 134px; height: 200px; " /></a>Yerini ne de olsa önceden belirlemiştik. Hava güzel olduğu için dışarıdaki masaya kurulduk. Birer kebap söyledik. Süzme yoğurttan çok güzel bir cacık geldi. Sarımsak eklemelerini rica ettik. Hemen ekleyeverdiler. Marul salatası, karışık yeşillik salatası ve turp masaya geldi. Mangal'ın başına gittiğimde, yağlı ekmek istedim servis yapan Hıdır Bey'den. Oranın fırın olmadığını, ekmek yiyeceksem, fırana gitmemi söyledi. Meğer dediği şakaymış. Etin yağında çürümüş ekmekler Adana ile beraber servis yapıldı. İstanbuldakilerin aksine Adana Kebabında tamamen et tadı aldım. Diğer Adanaların aksine, bunda kırmızı biber yoktu. Sadece et vardı. Baharatıyla ve eti ile çok leziz bir kebap yedik Kebapçı Mesut'ta. Bir yandan kebabın yanında içilen küçük rakının etkisi bir yandan da Mehmet Yaşin'in denediğim onca yerden sonra en sonunda beğendiğim bir önerisine rastlamış oluşumdan keyfim yerindeydi ancak hesap biraz beklediğimizden yüksek geldi. ( 2 kebap,bir küçük rakı ve meyve tabağı, 75 lira) Rakıları içerken, Hıdır Abi'ye sabah nerede ciğer yiyebileceğimizi sormuştuk. O da bize pazar kapalı olduğu dönemlerde iki ustasının dükkanı 11 gibi kapatır kapatmaz, uyuyup sabah namazı vakti ellerinde rakı, ciğer yemeye gittiklerini anlattı. Bize bu insanların deli olduğunu ispatlamaya çalıştığı sırada, ustaların marifetinden gözlerimiz parlıyordu. Gözlerimizin parlaklığını silmek istemiş olacak ki, tekrar üsteledi ama arka masadaki ortayaşlı evli çiftin erkek bireyi, " Hıdır abi, sen onun dadını bilmiyin ki, bir dadsan bırakaman" diyerek eski ustaları savundu. Hesabı ödedikten sonra, şehir merkezine doğru şırdancı aramaya koyulduk. Kebapçı Mesut'un hemen yanında Şırdancı Kemal vardı.<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiysVwyUvNhZ5H0Dz1p4xCVkJQljvh9gDzGeXZLU83b9tniJaiMavsZtI_abHWFnfuz_joPUjMozzflxwC5W9UMJXmph-hD8r-atx3-eHTUd9wb5xMcjXzX9eETGOjJPod4rM7vTZoozAlb/s1600/Adana+182.jpg" style="color: rgb(10, 86, 76); text-decoration: underline; "><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiysVwyUvNhZ5H0Dz1p4xCVkJQljvh9gDzGeXZLU83b9tniJaiMavsZtI_abHWFnfuz_joPUjMozzflxwC5W9UMJXmph-hD8r-atx3-eHTUd9wb5xMcjXzX9eETGOjJPod4rM7vTZoozAlb/s200/Adana+182.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5454611399993308322" style="border-top-width: 1px; border-right-width: 1px; border-bottom-width: 1px; border-left-width: 1px; padding-top: 4px; padding-right: 4px; padding-bottom: 4px; padding-left: 4px; border-top-style: solid; border-right-style: solid; border-bottom-style: solid; border-left-style: solid; border-top-color: rgb(204, 204, 204); border-right-color: rgb(204, 204, 204); border-bottom-color: rgb(204, 204, 204); border-left-color: rgb(204, 204, 204); float: left; margin-top: 0px; margin-right: 10px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; cursor: pointer; width: 134px; height: 200px; " /></a>Orayı gözümüz başta çok salaş gördü ve oturmadık. Ancak daha sonra geri gelip, tencerinin başına oturduk. Mumbar, Kırkkanat ve Şırdan'ı tencereden seçerek veriyor, Bülent Usta. Yemek yerken, Adanalım belgeselinde çıkan yer olup olmadığını soruyoruz, kendisi olduğunu söylüyor. Bir şırdanı afiyetle yiyoruz. Şırdanın içinde et olmazmış. Olursa da hayvanın işe yaramaz parçalarını katarlarmış, bu yüzden sadece pirinç ve baharatlar var içinde. Bülent usta, İstanbul'da bir ara bir şubesinin olduğunu söylüyor fakat sonra kapatmış. Hayvan kesiminin olmayışından mesleğinin ölmeye başlamasından endişeli. Şırdan'ı da yedikten sonra karnımız iyice doydu. Elimizde sodamız biraz daha şehri gezdik ama eski şehirde el ayak çekilmişti sokaktan. Dolu midemizle otele döndük.<br />Sabah 5'te kalkıp ciğercilere gitmeye niyetlendik yatmadan önce. Sabah 5'te kalkmayı becerebilsem de, ciğercilere gidecek gücü kendimde bulamadığım için uyudum. Kalktığımızda saat yediyi daha yeni geçmişti. Eşyalarımızı aldık ve büyük saate doğru yollandık. Pazar günü tüm dükkanlar kepenkleri bizden utanırcasına kapatmışlardı. Yolüstünde elektrik direğine asılı bir tabelada, Tarihi Kazancılar Kebapçısını okuduk. Burak'ın Adanalım belgeselinde izlemiş olduğu eğlenceli mekanı bulmuştuk. Ara sokağı attığı masalarla kaplamıştı ve eğlenceli bir gecenin yorgunluğu gösteren duvarlardan destek alan kapısı kapalıydı. Hemen yanında başka şubemiz yoktur diye afişlerle duvarlarda boşluk bırakmayan Asmaaltı Kebapçısı vardı. Gelmeden önce burayı şiddetle tavsiye etmişlerdi. Ancak ben isminde yine asmaaltı geçen şehir merkezindeki diğer dükkanlar zannetmiştim bana tarif edileni ama bu kadar başka şubemiz yoktur ibaresini görünce, tavsiye edilen yerin burası olduğunu fark ettim. Pazar sabahı burası da kapalıydı. Oradan saate doğru yürürken burnumuza güzel kokular gelmeye başladı. <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMpF5XncbYBZ2qwz1PIahvVYE1JOpDNywuxRzHiT7aJRucnRS4RXZdHaQLrVg88dgefl-5NvtQadkdJ2SummrzCrXr45V6-DCxp45yA0u5HpXZHCk5thD6N1YyXL7NFBkdTHyg9BDhmcIX/s1600/Adana+197.jpg" style="color: rgb(10, 86, 76); text-decoration: underline; "><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgMpF5XncbYBZ2qwz1PIahvVYE1JOpDNywuxRzHiT7aJRucnRS4RXZdHaQLrVg88dgefl-5NvtQadkdJ2SummrzCrXr45V6-DCxp45yA0u5HpXZHCk5thD6N1YyXL7NFBkdTHyg9BDhmcIX/s200/Adana+197.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5454612841608328882" style="border-top-width: 1px; border-right-width: 1px; border-bottom-width: 1px; border-left-width: 1px; padding-top: 4px; padding-right: 4px; padding-bottom: 4px; padding-left: 4px; border-top-style: solid; border-right-style: solid; border-bottom-style: solid; border-left-style: solid; border-top-color: rgb(204, 204, 204); border-right-color: rgb(204, 204, 204); border-bottom-color: rgb(204, 204, 204); border-left-color: rgb(204, 204, 204); float: left; margin-top: 0px; margin-right: 10px; margin-bottom: 10px; margin-left: 0px; cursor: pointer; width: 200px; height: 134px; " /></a>Hemen bir sonraki sokakta yol boyunca ona yakın ciğerci mangallarını dizmiş sokağa atılmış masalarındaki Adanalılara servis yapıyorlardı. Önce yol boyu yürüdük. Mangal dumanı kaplamış yolu bitirdikten sonra bir yere oturmaya karar verdik. Otururken sabahın sekizinde insanların rakı içtiklerini görerek şaşırdık. Hemen arkamızda şişlere ciğer geçirmekle sorumlu bir amca vardı. Küçük radyosu ile türkü dinleyerek aralıksız şişe ciğer geçiriyor, bir yandan da garsonlar şişleri alıp hemen mangala getiriyorlardı. Parçalar şişte büyük iken, pişip servis edilirken çöp şiş kıvamına geliyordu. Bu biraz bizde hayal kırıklığı yaratsa da, ciğerin lezzeti ve modern tabirle içinde bulunduğumuz ambiyans keyfimize keyif katıyordu. Sumaklı soğan, domates ezmesi ve karışık salata çok lezzetli ekşi ayranla beraber geldi. Bir porsiyonda beş şiş var. Beşer şişle karnımız doyduktan sonra, sabah demeden rakı içen insanlara hayran bir halde BüyükSaat'in yolu üzerinden Seyhan nehrine doğru yollanmaya başladık. Sol tarafımızda UluCamii'yi gördük. Dışarıdan bakıldığında çok özel bir mimarisi olduğu göze çarpıyor. Camiiye doğru giderken, bir türkü tutturmuş amcanın sesine doğru yollandık. Geldiğimizde türküsünü bitirdi, selam verdik, aldı selamımızı. Sonra nehre indik. Barajyolu dolmuşu ile seyhan gölüne gidecektik. (Dolmuş 1 lira) Baraj yolu olmasına rağmen hiç su görmediğimizden inmemiz gereken yeri beklerken şöfor son durak olduğunu söyledi. Neyseki bizi dönüşte bir köşede bıraktı ve oradan 15 dakikalık bir yürüyüş yolunda üniversite ve göl tarafı kavşağına vardık. Biz üniversite yerine kebapçılar tarafına yollandık. Gölün tam ortasında bulunan Sevgi Adasının karşısındaki bir yol kenarı çaycısında çay içtik. Kaçak çayı çok lezzetliydi. Biraz daha ileri gittik. Yol boyunca bici bici sahlep satan bir çok çaycı bulunuyor. Yazın buraların mangalbaşına durmuş insanlarla dolu olduğunu düşünmek hiçte zor değil, çünkü kış güneşinin cömert olduğu bu zamanda bile insanlar hemen mangallarını alıp yaz provalarına başlamışlardı. Bol boyunca, barlar ve restaurantlar bulunuyor. Ama biz, üstüne basa basa gitmemizin tavsiye edildiği, geride bıraktığımız metrelik kebabın mucidi Kolcuoğlu'na, midemizde biraz da yer açmayı umut ederek yürüdüğümüz tüm yolları geri teperek, gidiyoruz. Garsona sorduğumuzda Merkez Şubesi olduğunu öğrendiğimiz Kolcuoğlu'nda yol kenarındaki bir masaya kurulduk. Başta ayran söyledim. Ancak daha sonrasında gelen bir çok meze bize zorla rakı içirdi. Muhammara, kavrulmuş soğan salatası, tahinli bir meze, mevsim salatası, baş tacı turplar, maydanoz, süzme yoğurt ve karışık soğan salatası. Mezelerden sonra fındık lahmacun ve lokmalık kaşarlı pide. Mezelerin tadıyla keyifle rakılarımızı yudumlarken, midemize biraz daha iş çıkaracak metrelik kebabımız geldi. <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh6uCcHyf-zbsM3-P9v8UpbHi2qWWh2jB1rU6NOBZjHA5xtwR7eD25zKxQb-INl9xNnKCDzeYyiF-DMni51jBiL27hFR1s55nS1xVU8-Aqo4z8u2uxHcquWAV74Gt0Zh0lWGtJkBcUCGok2/s1600/Adana+246.jpg" style="color: rgb(10, 86, 76); text-decoration: underline; "><img src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh6uCcHyf-zbsM3-P9v8UpbHi2qWWh2jB1rU6NOBZjHA5xtwR7eD25zKxQb-INl9xNnKCDzeYyiF-DMni51jBiL27hFR1s55nS1xVU8-Aqo4z8u2uxHcquWAV74Gt0Zh0lWGtJkBcUCGok2/s200/Adana+246.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5454612105747806130" style="border-top-width: 1px; border-right-width: 1px; border-bottom-width: 1px; border-left-width: 1px; padding-top: 4px; padding-right: 4px; padding-bottom: 4px; padding-left: 4px; border-top-style: solid; border-right-style: solid; border-bottom-style: solid; border-left-style: solid; border-top-color: rgb(204, 204, 204); border-right-color: rgb(204, 204, 204); border-bottom-color: rgb(204, 204, 204); border-left-color: rgb(204, 204, 204); float: right; margin-top: 0px; margin-right: 0px; margin-bottom: 10px; margin-left: 10px; cursor: pointer; width: 200px; height: 134px; " /></a>Adana kebabının üzerinde, sebze ve tavuk kanadı ile şişinin bulunduğu ayrı bir şiş var. İki kişilik masamızın ortasında küçük bir sehpa üzerinde metrelik kebabın duruşu bile başımızı döndürürken, tattığımızda ise tokluğumuz tarihe karıştı. Bir gün önce, Kling Usta'da yemiş olduğumuz gibi içerisinde kırmızı biber vardı. Görüntüsü harikaydı ve çok lezzetliydi. Kebapçı Mesut ile kıyaslandığında ikisinin de tadı çok farklı! Ve ikisi de çok lezzetli. Kıyaslamak zor ama Kolcuoğlu çok daha fazla göze hitap ediyor ama Mesutun tadı belki burun farkı ile ( biraz daha yağlı oluşundan belki, lezzetli et yağlı olmalı) ağzımı göğüslüyor. Sonrasında beş çeşit meyvenin her birinin ayrı tabağa konduğu meyve tabaklarını ikram ettiler. Meyveleri künefe takip etti. Oradaki künefeden çok daha iyi künefeler yedim ama yediğinize pişman edecek bir künefe değil. Bilmem kaçıncı porsiyon yemekten sonra bir kaç dakikalık yürüme mesafesindeki minibüs yoluna gittik. Minibüsle şehre geldiğimizde, yolluk birer muzlu süt almaya karar verdik. Kazım Büfe'den paketlediğimiz sütlerimizle, Gönül Kardeşler'den tatlı ve Ali Göde'den şalgamı alıp, meydan minibüsü ile havalimanına doğru yollandık. Tatlı alırken taş kadayıf'ı tattım. Bizim yoğurt tatlısı dediğimiz tatlıyı andırıyordu. Antepfıstıklı halka tatlı ile kıyaslanabilecek bir lezzet değil! Uçağa binerken kontuar görevlisine içeri sıvı alıp alamayacağımızı sorduk. Şalgam almanın yasak olduğunu söyledi ve içmek zorunda kaldık. Ancak içmediğimiz mutlu sütlerimiz ile rahatlıkla içeri girdik. Şalgam'ı da içeri sokabileceğimi düşünerek hayıflandık. Dolu midenin afallaması ile bir saat yirmi dakika süren yorucu uçak yolculuğu sonrası trafik yüzünden iki saatimizi çalan Sabiha Gökçen - Taksim yolunda daha da perişan olmamıza rağmen hala midemiz bayram ediyor, yüzümüz gülüyordu.</span>delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-42811087328052000572010-03-28T19:04:00.007+03:002010-03-31T05:08:32.877+03:00The Darjeeling Limited<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://ecx.images-amazon.com/images/I/51Z7NKLVggL._SL500_AA300_.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 200px; height: 200px;" src="http://ecx.images-amazon.com/images/I/51Z7NKLVggL._SL500_AA300_.jpg" border="0" alt="" /></a><br /><span class="Apple-style-span" style=" ;font-family:Verdana;font-size:13px;">Küs Kardeşler Limited Şirketi<div style="margin-top: 0px; margin-bottom: 0px; ">Uzun zamandır, ne istediğimi bilmeden ama ne istemediğimden emin filmleri izlemeye başlayıp birkaç dakika sonra ya izlemekten vazgeçiyor ya da ninni dinlermişcesine uyukluyordum. Darjeeling kelimesinden olsa gerek, filmin flemenk asıllı olduğunu düşünüyordum. Altyazı ararken hatamı fark ettim ve yönetmeninin Wes Anderson olduğunu öğrendim. Yeni indirdiğim ve izlemeye erindiğim film olan Bottle Rocket filminin yönetmeni. </div><div style="margin-top: 0px; margin-bottom: 0px; ">Üç kardeş, Hindistan'da The Darjeeling Limited adlı trenle iç huzura ermek adına yolculuğa çıkıyorlar. Birbirinden farklı ve birbirine hiç güvenmeyen üç erkek kardeşin renkli yol hikayesi. Ne düşünseler ne etseler bir türlü istedikleri gibi olmuyor. Kan bağıyla bir araya gelmiş, kaybedenler. Yolculukları bir bakıma hayatlarının yansıması, mekan farkıyla.Son zamanlarda ilgimi çekemeye başlayan Hindistan'ın seyri keyif veren görüntüleriyle bu üç renkli karakterin macerasını izliyoruz. Kardeşlerin yol boyunca karşılaştığı karakterler de filmin zenginliğine destek oluyor.Yol hikayelerini, hayatınızda olduramadıklarınızın yansımasını ve Hindistanı seviyorsanız, izlemekten çok keyif alacağınız bir film.</div><div style="margin-top: 0px; margin-bottom: 0px; ">Filmi o kadar sevdim ki, indirdikten sonra konusu pek ilgimi çekmeyen Wes Anderson'un diğer filmi olan Bottle Rocket filmini izlemeye koyulacağım.</div><div style="margin-top: 0px; margin-bottom: 0px; ">Ayrıca yönetmenin, filmde geçen aşk hikayesinin öncesini anlattığı bir kısa filmi var. Hotel Chevalier...</div><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/a/ae/Bottle-Rocket.jpg"><img style="float:left; margin:0 10px 10px 0;cursor:pointer; cursor:hand;width: 200px; height: 300px;" src="http://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/a/ae/Bottle-Rocket.jpg" border="0" alt="" /></a><br /><div style="margin-top: 0px; margin-bottom: 0px; "><b>Bottle Rocket</b></div><div style="margin-top: 0px; margin-bottom: 0px; ">3 çılgın ya da bu şekilde tanımlamak ne kadar doğru olur,tahtası eksik erkeğin bir araya gelip, gangester olmaya çalışmalarını anlatıyor. Absürdlükler hat safhada. Ancak The Darjeeling Limited'ten sonra pek yavan geldi. Owen Wilson, The Darjeeling Limited oynadığı role benzer bir role soyunduğu film bittikten sonra hafızada iz bırakmıyor.</div><div><br /></div></span>delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-86170694706398242142010-03-28T18:31:00.007+03:002010-03-28T18:54:32.330+03:00The Air I Breath<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://ia.media-imdb.com/images/M/MV5BMTgyMjgwNjkxOV5BMl5BanBnXkFtZTcwNDU2MzU1MQ@@._V1._SX93_SY140_.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;width: 93px; height: 140px;" src="http://ia.media-imdb.com/images/M/MV5BMTgyMjgwNjkxOV5BMl5BanBnXkFtZTcwNDU2MzU1MQ@@._V1._SX93_SY140_.jpg" border="0" alt="" /></a><br /><div><i>"Herhangi bir duygunun kalıcılığı bir dalganınkinden daha uzun değildir."</i> <b><span class="Apple-style-span" style="font-size:small;">Henry Ward Beecher</span></b></div><div><b><span class="Apple-style-span" style="font-size:small;"><div><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;"><i>"... Hep merak etmişimdir, bir kelebek </i></span><span class="Apple-style-span" style="font-size:16px;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:small;"><div style="display: inline !important; "><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;"><i>güvenli kozasından çıktığında </i></span><div style="display: inline !important; "><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;"><i>ne kadar güzel bir hâle geldiğinin </i></span><span class="Apple-style-span" style="font-size:16px;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:small;"><div style="display: inline !important; "><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;"><i>farkında mıdır? </i></span><div style="display: inline !important; "><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;"><i>Yoksa kendini hâlâ </i></span><span class="Apple-style-span" style="font-size:16px;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:small;"><div style="display: inline !important; "><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;"><i>bir tırtıl olarak mı görür?... " </i></span></div></span></span></div></div></span></span></div></div></span></span></div><div><span class="Apple-style-span" style=" ;font-size:16px;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:small;"><div style="display: inline !important; "><div style="display: inline !important; "><span class="Apple-style-span" style=" ;font-size:16px;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:small;"><div style="display: inline !important; "><div style="display: inline !important; "><span class="Apple-style-span" style=" ;font-size:16px;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:small;"><div style="display: inline !important; "><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;">Film, merak uyandıran cümlelerle başlıyor. Kitap okumak yerine kitap okumuş havası atabileceğin cümleleri bombardıman edecek diye bekliyorsun. Hani olmaz ama olur da bir laf eder hayatın değişir, Sihirli değnek, torrentle inen bir film oluversin diyorsun... Film sonunda bir de şu veciz ile de biraz düşündürüp, kötü bir Magnolia ve Babel kopyası olmaktan öteye gidemiyor. </span></div></span></span></div></div></span></span></div></div></span></span></div><div><span class="Apple-style-span" style=" ;font-size:16px;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:small;"><div style="display: inline !important; "><div style="display: inline !important; "><span class="Apple-style-span" style=" ;font-size:16px;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:small;"><div style="display: inline !important; "><div style="display: inline !important; "><span class="Apple-style-span" style=" ;font-size:16px;"><span class="Apple-style-span" style="font-size:small;"><div style="display: inline !important; "><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;"><i>" </i><div style="display: inline !important; "><i>Gelecek ne şekilde </i><span class="Apple-style-span" style=" ;font-size:16px;"><b><span class="Apple-style-span" style="font-size:small;"><div style="display: inline !important; "><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;"><i>yazılmış olursa olsun, bunu değiştiremem. Bazen değiştiremediğiniz şeyler ise en sonunda sizi değiştirir." </i></span></div></span></b></span></div></span></div></span></span></div></div></span></span></div></div></span></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;">Diğer şeylerin aksine filmde çok iyi müzikler kullanılmış. Güzel bir OST albümü var filmin. Özellikle de filmin hemen başında davulla başlayan Autolux'un Turnstile Blues şarkısı harika. Filmden çok albümü tavsiye ederim.</span></div><div><span class="Apple-style-span" style=""><br /></span></div><div><span class="Apple-style-span" style="font-weight: normal;"> </span></div></span></b></div><br /><object width="500" height="405"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/5YPSlTmMcUg&hl=en_US&fs=1&color1=0x234900&color2=0x4e9e00&border=1"><param name="allowFullScreen" value="true"><param name="allowscriptaccess" value="always"><embed src="http://www.youtube.com/v/5YPSlTmMcUg&hl=en_US&fs=1&color1=0x234900&color2=0x4e9e00&border=1" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="500" height="405"></embed></object>delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-75304456582591186632008-09-05T13:26:00.001+03:002008-09-05T13:28:06.660+03:00AĞUSTOS 2008 - En İyi 10 Şarkı1. Katil Dans - Çilekeş<br />2. Universe - Scars on Broadway<br />3. Yalnız Kullar - Tanrım Sezen Aksu<br />4. Hey Little World - The Hives<br />5. Won't Be Long - The Hives<br />6. They Say - Scars on Broadway<br />7. Tick Tick Toom - The Hives<br />8. Exploding/Reloading - Scars on Broadway<br />9. Enemy - Scars on Broadway<br />10. Kill Each Other / Live Forever - Scars on Broadwaydelidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-69659736851510425062008-08-28T08:02:00.004+03:002008-08-28T20:50:30.194+03:00TEMMUZ 2008 - En İyi 10 Şarkı1. Blast - Marcus Miller<br />2. People C'mon - Delta Spirit<br />3. What is Hip? - Tower of Power<br />4. Once I Loved - Diana Reeves<br />5. Jean Pierre - Marcus Miller<br />6. Nunge - Nudge Nudge<br />7. Çilekeş - Katil Dans<br />8. N'olur N'olur - Yasemin Mori<br />9. Son Melodi - Mira<br />10. Eve Dönmeliyim - Mira<br /><br />Temmuz ayında İstanbul Jazz Festivali ve Metallica konseri dışında kulaklarımda çınlayacak farklı bir grup ya da farklı bir şarkı olmadı. Harbiye Açık Hava'da, funk tarihinin belki ki de en güzel konserleri vardı. Marcus Miller ve Power of Tower, önce ayrı ayrı sonra aynı sahnedeydiler. Enstrümanlar bu kadar mı güzel çalınabilir ve bu kadar mı eğlenceli olabilirlerdi? Oldular. Bu yüzden, Marcus Miller'in muhteşem konserin etkisi, kulaklarımı diğer seslere kapatıp, Marcus Miller'ın kendi adını verdiği albümünü ay boyunca dinletti. İllaki dinlenmesi gereken bir albüm. Miller'in bass gitara tartışmasız hakimiyeti, güzel şarkılar ile birleşince harika bir albümün doğmasından başka seçenek var mı ki?<br />(Elbette bu müzisyenleri sunduğu için İSTANBUL'a şükretmemek olmaz.)<br />Hayata dair endişelerimi ve karmaşamı ise Delta Spirit'in People C'mon'ında buldum. Sözleri ve melodisi ne kadar güzel bir şarkı. Sözlerde kendinden bir parça bulmamak oldukça zor. Bu şarkının bu kadar güzel olmasına rağmen aynı şeyi albümleri için söylemek oldukça güç.delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-11461626765871222372008-07-20T18:55:00.001+03:002008-07-21T10:06:41.318+03:00HAZİRAN 2008 - En İyi 10 Şarkı1. Aslında Bir Konu Var - Yasemin Mori<br />2. Black Moon - Third Hand Prophecy<br />3. High & Mighty - Cyndi Lauper<br />4. Duvar - Ercüneyt Özdemir<br />5. Akrep - Çilekeş<br />6. Pacey Singer - Third Hand Prophecy<br />7. Give It Up - Cyndi Lauper<br />8. Handsfree (If You Hold My Hand) - Sonny J<br />9. Into The Nightlife - Cyndi Lauper<br />10. Cabaret Short Circuit - Sonny J<br /><br />Her nereden bulduysam buldum haziran ayında iki güzel albüm kulaklarımın pasını sildi. Bunlardan ilki <strong>Third Hand Prophecy</strong>’e ait “<strong>A Human</strong>” albümü. Bu albümü arkadaşlarıma tavsiye edip, çok kötü olduğuna dair tepkiler alsam da, anladığım kadarı ile (albümün şarkı sözleri hiçbir yerde yok) güzel sözleri ve tatlı elektronik melodileriyle bıkmadan usanmadan defalarca inlediğim bir albüm. Bazı yerlerde gotik melodiler bulunduran albümde, Black Moon ve Pacey Singer en beğendiğim şarkılar.<br />Haziran ayının diğer albümü de, <strong>Cyndi Lauper</strong> ‘a ait “<strong>Bring Ya to the Brink</strong>”. Çok hareketli elektronik şarkılara sahip. Cyndi Lauper’ın sesini bazı şarkılarda Madonna’ya, bazı şarkılarda Kylie Minogue’a benzetebilirsiniz. Cyndi Lauper hiç sevmediğim R&B tınılarını da güzel bir hale dönüştürmüş. Alışılagelmiş tabirle kıpır kıpır bir elektronik albüm, Bring Ya to the Brink.delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-25187601127381733352008-07-20T18:39:00.001+03:002008-07-20T18:42:37.636+03:00BARAKA<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrmLQjoRLo1hwfgHWimzZAUxmorCcvW2leB-ixG-dXgIDKghL-PMi4r1EPYby0gnG33yIM2I7xc-kOgoWbp97pwERTK4hsAeTwNYAYSg7SJTp1GGeAh44vxSUqJ8KHGmnF_H5lum4DEd6l/s1600-h/Baraka+cover.jpg"><img style="float:right; margin:0 0 10px 10px;cursor:pointer; cursor:hand;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjrmLQjoRLo1hwfgHWimzZAUxmorCcvW2leB-ixG-dXgIDKghL-PMi4r1EPYby0gnG33yIM2I7xc-kOgoWbp97pwERTK4hsAeTwNYAYSg7SJTp1GGeAh44vxSUqJ8KHGmnF_H5lum4DEd6l/s320/Baraka+cover.jpg" border="0" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5225121957324118834" /></a><br /><p><em><strong>"Baraka</strong>: Sufi inancına göre Allah tarafından gönderilen ruhani güç ve akıl."</em></p><p>Ertuğrul Karslıoğlu, kısa bir belgesel çekme eğitimi sırasında filmin ilk 5 dakikasından birkaç saniyelik görüntüler i gösterdiğinde, yeryüzünde var olan dinlerin sessiz bir görsel bütünü zannetmiştim BARAKA’yı. Karslıoğlu, bu kadar ısrar etmemiş olmasa, yerine başka bir şey izlemek için filmi izlemeyi gelecek yıllara bile bırakabilir, aklımdaki izleme baskını hissetmezdim. Metni olmayan bir film olması, benim gibi sözcüklerine anlam veren biri için, filmin dışında hayallere dalma endişesi yaşatsa da, geçen her dakika kilit üstüne kilit vurdu çıkış yoluma. <br /></p>Yönetmen Ron Fricke’in yaşantısı gerçekten zor olmalı. Dünyayı bu kadar iyi algıladıktan ve iyi tanıdıktan sonra hayatı akışına bırakma lüksünü kaybetmiştir. Duygularını ve düşüncelerini istediği şekilde anlatabilmenin sancılarını yaşadığını düşünüyorum. Ona acı veren bu sancılar, bize bir başyapıt olarak dönmüş. <br />Belgesel İlahi ve İlahi olmayan (Bu ayrıma inanmasam da anlaşılması için kullanıyorum) dinlerden baş döndürücü fotografik görüntülerle başlıyor. Bu görüntüler bittiğinde, bir anda kendi yaşantınızı buluyorsunuz filmde. Önem verdiğiniz değerlerin yıkılması için sadece size ayna tutuyor. Size soru sormuyor. Kendi sorunuzu kendinize yine kendiniz soruyorsunuz. Büyük olasılıkla cevabınız olmayacaktır. Cevabınız olsaydı zaten o soruları sormazdınız. Tatlı tatlı tokatlanırken ruhunuz, film almak isteyene basit bir mesaj veriyor. Her neye inanıyorsanız, inanın. Samimi olduğunuz sürece inancınız güzeldir. İnancınız güzel olduğu sürece de gereksinimlerini yerine getirin. <br /><p>Ron Fricke bu tarz sancılar yaşadığı ve bu sancılardan onu kurtaracak ürünler ortaya çıkardığı sürece, onu izlemek bana mutluluk verecek. </p><p>Imdb Puanım: 10<br /></p>delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-199195338161356142008-06-10T11:39:00.001+03:002008-06-10T11:45:32.665+03:00MAYIS 2008 - En İyi 10 Şarkı1. You Know Me Better - Roisin Murphy<br />2. Primitive - Roisin Murphy<br />3. Move Me - Bandaloop<br />4. Tocas Miracle - Fragma<br />5. Pumpkin Soup - Kate Nash<br />6. Refugee - Oi Va Voi<br />7. Kalbe Ben - Ayşe Hatun Önal<br />8. Overpowered - Roisin Murphy<br />9. Water-Roses - Bandaloop<br />10. Let Me Know - Roisin Murphy<br /><br />"Sing it Back" 'ten öteye geçmeyecekti belki Efes One Love Festivali’ne gelmemiş olsaydı, Roisin Murphy aşinalığım. Bağımlılık yapacak ve içindeki herhangi bir şarkıyı defalarca tekrar tekrar dinletecek bir albümün de varlığını bilemeyecektim. <strong>Overpowered</strong> albümü, elektronik müzikten hoşlananların “Daha dinlemedim.” demelerini affettirmeyecek bir albüm. Ancak Roisin Murphy’nin Moloko dönemindeki tarzına beğenen biri için ise, bu albümün tam bir hayal kırıklığı olduğunu gördüm. Benim gibi sondan başa giden biri için ise, ilk en sonunda kendini bulmuş R. Murphy diyebilirim.<br />Yazın gelmesi ve güneşin hiç gitmeyecek bir misafir olması 24 saatimize, daha hareketli melodileri tercih ettiriyor. Elektronik müzikler sabun köpüğü gibi yok olup gidiyor mu? Baki kalmayacaklar mı? Zaman gösterecek ama <strong>"Carpe Diem"</strong> için var olmak zorundalar.delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-64015304070405772712008-05-27T08:03:00.004+03:002008-05-27T08:18:10.779+03:00Nisan 2008 - En İyiler Listesi1. Only Want You - Eagles of Death Metal<br />2. Broken Toy Soldier - The Raconteurs<br />3. Don't Speak - Eagles of Death Metal<br />4. Disco Lies - Moby<br />5. I'm in Love - Moby<br />6. Padam Padam - Edith Piaf<br />7. Steady As She Goes - The Raconteurs<br />8. Vay Anam Vay - Tarkan<br />9. Store Bought Bones - The Raconteurs<br /><br />Derbi maçı mıydı neydi, devre arasında gördüğümde çok güzel dedim nike'ın son reklamı "<strong>Take it to the Next Level</strong>"a. Hem görüntüler hem de müzik çok etkileyiciydi. Sanki bir macera filmin en heyecanlı sahnesiydi. Reklam hakkında biraz araştırma yapınca, yönetmenin <strong>"Guy Ritche"</strong> ve şarkının "<strong>Eagles of Death Metal</strong>"e ait "Don't speak" olduğunu gördüm. Guy Ritchie ismini okuduğumda, zaten başkası yapamazdı diye düşündüm. Sonra müzik grubu hakkında bilgi toplamadan önce albümlerini dinleyim dedim. İki tane albümlerini indirdim ve kısır geçen nisan ayının en verimli ürünleri oluverdiler. Belki de bu yıl dinlediğim en iyi iki albüm bu gruba ait olacak. Bir üçüncüsünü de bu yıl piyasa süreceklermiş. Müzik listelerine baktığımda hak ettiği yerde olmadıklarını gördüğüm grubu, umarım yaşlanmadan önce Türkiye'de dinleyebilirim. Unutmadan adındaki gibi Death Metal yapmıyorlar, punk'ı andıran bir tarzları var.<br />Albümleri; <strong>Peace, Love, Death Metal</strong><br /><strong>Death by Sexy</strong><br />Ayrıca, <strong>The Raconteurs - Steady As She Goes</strong> albümünü eğer The White Stripes seviyorsanız mutlaka dinlemelisiniz.delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-2652928028369676282008-03-26T15:26:00.004+02:002008-03-26T19:51:57.888+02:00MART 2008 - En İyi 10 Şarkı1. Blind - Hercules and Love Affair (ft. Antony)<br />2. Ramblin’ (Wo)Man - Cat Power<br />3. Meds - Placebo<br />4. Shut Your Mouth - Garbage<br />5. Destroy Everything You Touch - Ladytron<br />6. Toxic - Mark Ronson (ft. Mark & Tiggers)<br />7. Ready For The Floor - Hot Chips<br />8. Aly, Walk With Me - The Raveonettes<br />9. Fortuna Im. M. (O Fortuna) - Carl Orff<br />10. Motown Blood - Mando Diao<br /><br />Alkole kanmayan bir sarhoş gibi yorgun bedenimi bir an önce kapalı gözlerle yatağa atabilmek için devirken süt bardaklarını peşi sıra, onun sesi çalındı kulaklarıma. Müzik onun tarzı değildi ama ses kesinlikle ona aitti. 2007 yılında Istanbul Jazz Festival’inde muhteşem bir konser verip, aşka ve güzel müziğe doyuran Antony’nin sesiydi bu. Eşcinsellerin ruhani bir aşka sahip olmayacaklarını düşünen kısır beynim, ayıbı yüzünden yüzümü kızıllara boyarken, bir yandan bu şehirde yaşamanın güzelliğini fark ediyordu. Şan tiyatrosundaki muhteşem gecenin ardından,sürekli dinlemeye başladığım ve muhteşemliğini tartışmayacağım iki albümü; “Antony and the Johnsons” ve “I Am a Bird Now”’dan sonra 2008’in başında çıkardığı “The Crying Light” albümünü de biran önce dinleme arzusu taşıyorum. Duygu yüklü bu sesi, beş şarkıda vokal yaptığı Hercules and Love Affair’in kendi adını verdiği albümünde (tarz: elektronik müzik) de dinleyebilirsiniz.<br />Ne zamandır Antony’den bahsetmek istiyordum, bir şekilde beni duymuş olmalı…delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-19566302717685789802008-03-25T05:46:00.005+02:002008-03-26T15:51:18.584+02:0010 Saatlik Edirne GezisiHaftaiçinin yorgunluğu ve cuma akşamından kalmalık, sabah sekiz otobüsünün koltuğuna oturduğunuzda “Ne işim var, Edirne’de?” sorusunu sorduyor. En başında bilete para ödemeseydik, kalkıp miskin yatağınıza geri dönecek ve ne kadar büyük bir fırsatın kaçtığından bihaber olacaktık. Otobüsün yavaş yavaş hareket etmesi, şımarık İstanbul’dan bir süreliğine de olsa uzaklaşmanın iyi geleceğini hissettirip, direnç kazandırıyor irademize.<br />Internetteki hava durumu tellallarının aksine çok güzel, sarı bir günle başlayan yolculukta, solumuzda görünen Kumburgaz’ın, boğazın vitrin denizinin ötesinde, içine karışabileceğimiz maviliğini görmek bile insanı heyecanlandırıyor.<br />Edirne yolu olabildiğine düz bir yol. Kimi zaman “Bu otobüs ne kadar da yavaş, kaçla gidiyoruz?” sorusuna, kadranda “120 km/sa” cevabını alacak kadar düz bir yol. Belki de bir gece öncesinden, Edirne’de yapılacak Ciğer Tava ile kahvaltı’nın büyüsünü bozmamak için açlıkla terbiye edilen midelerimiz zamanın akışını bu denli yavaş hissettiyor bize. Güney Trakya’nın yerleşimleri birbirine çok benzeyen bir coğrafya sahip olduğu için, Edirne’nin çevresi ile Büyük Çekmece arasında coğrafi bir fark göremezsiniz. Kısır bir döngü içindeki kobay fare burhanı yaşabilecek bir benzerlik.Volkan Turizm’in muavinin tıkabasa dolu otobüste, “Nerede ineceksiniz?” sorusu yerine “Numaran kaç?” ile yaptığı dumur bilet kontrolüyle başlayan yolculuk iki buçuk sonra şehrin dışındaki (“Edirne Doğu” sapağından girilerek, şehrin merkezine varılıyor) otogara ulaşarak sonlanıyor ve sonrasında servis ile merkeze ulaşılıyor.<br />Servis ile giderken Selimiye Camii’nin sadece iki minareli olduğunu düşünmenize neden olacak manzara ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Kimilerine göre nereden bakarsanız bakın iki minare olarak göründüğü idda edilen minareler sadece şehrin girişindeki uzun yolda iki minare olarak görülüyor.<br /><br /><div><div><br /><div><strong>Turizm Danışamama</strong><br />Servisler hemen Selimiye Cami’nin yanında bırakıyor. Entellektüel açlığımız, biyolojik açlığımızın çok gerisinde olduğu için, Mimar Sinan’ın görkemli eserini göz ardı edip, Ciğer Tavacılardan başkasını umursamaz oluyoruz. Biraz dişimizi sıkıp, çok güler yüzlü ve iyi niyetli insanların çalıştığını okuduğumuz, büyük bir metal levha içine sıkıştırılmış, küçük “i” harfinin<br />işaret ettiği turuncu talebaya uyup, Turizm Danışma’ya doğru yol alıyoruz. Ancak müzeler hariç tüm haftasonu çalışmayan resmi daireler gibi turizm danışma, camına ay yıldızı asmış bir şekilde bizi selamlayarak, “Türkiye Cumhuriyeti, asla haftasonu gezginlerin danışmasına izin vermez!” diye fısıldadı. </div><br /><div><strong>Ciğer Tava</strong> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguXBnJEASXzAzJ6Rjy08DAeNUcyc4Jr3qc8XDi0aPAlH5zyuhYPU89IyfBNvTufBw8HEcsnglYFwd93CH0YKCh-SVXNpiu-jPEnir62_mlUEeqk0Iwxo3YmdOpt7OjUGMnkjLbo6FCj_kO/s1600-h/cicektava.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5181523041573565042" style="FLOAT: right; MARGIN: 0px 0px 10px 10px; CURSOR: hand" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguXBnJEASXzAzJ6Rjy08DAeNUcyc4Jr3qc8XDi0aPAlH5zyuhYPU89IyfBNvTufBw8HEcsnglYFwd93CH0YKCh-SVXNpiu-jPEnir62_mlUEeqk0Iwxo3YmdOpt7OjUGMnkjLbo6FCj_kO/s200/cicektava.jpg" border="0" /></a><br />Böylece Turizm Danışma yerine Şehrin Yerlisine Danışma metodunu uygulamaya başladık. Sorduğumuz iki kişi kendi aralarında tereddüt etselerde (Kazım idi, Aydın idi, Kazım idi, Aydın idi) bize en iyi ciğerin Aydın Tava Ciğer’de yapıldığını söylediler. Sora sora bulduktan sonra dükkanın içinde ciğer paketlerinden oluşmuş dağ ile karşılaştık. Daha ciğerin tadına bakmadan, bu kadar çok sipariş alıyorsa, doğru yere geldiğimizi düşünmeye başladık. Başlangıç olarak bir porsiyon söyledik. Bir porsiyonun yetmeyeceğinden adımız gibi emindik. Büyük bir heyecanla beklediğimiz ciğerler geldiğinde açıkcası hevesimiz yarım kaldı. İstanbul’da Barbaros yokuşundaki Edirne Ciğercisi’nden hiç bir farkı yoktu. İkinci porsiyonları yemeden kalktık. Sorduklarımızın dışında Hürriyet’in Seyahat ekinde yazan Çiçek Tava’yı aramaya başladık. İçeri girdiğimizde, ciğer doğrayan ustaların bu saatte de gelinir mi bakışı ile karşılansakta köşeye oturup birer ciğer söyledik. Usta ocağı bizim için yaktı ve bizim ciğerler kızarmaya başladı. Fabrikalaşmamış yoğun kıvamlı yoğurttan yapılmış cacığı, kurutulmuş biberi ile ciğer karşımıza dikildiğinde, ilk ısırışta aradığımız ve özlediğimiz tadın bu olduğunu fark ettik. Keyfimiz yerine gelmişti. Ustaya buranın en iyi ciğercisi olup olmadığını sorduk. Cevaben “Edirne’nin en iyi ciğercisiyim.” dedi. Diğerlerinden ne farkı olduğunu sorunca, biraz düşünüp aslında hiç birinin birbirinden bir farkı yok, hepsi de aynı deyip, bizi şaşırttı. İkinci ciğerciyi gördükten sonra fark ettik ki aslında usta doğru söylüyordu. Fark; pişirme süresi ve yağın temizliğiydi. İkinci yediğimiz yerde yağı ilk kez bizde kullanıp, tam kıvamında pişirince, ciğer çok leziz olmuştu. Yerli halkın söylediği gibi Edirne’nin 32 ciğercisinden herhangi birinde ciğer giyebilirsiniz ama tavsiye; girdiğinizde yağın temizliğine dikkat edin sadece...</div><br /><div><strong><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBIwn6TSnpKAtjb34PrFrSsMrN5R3dT57n1ucUFSoWsSezxqY1jSNOKfS10bV9Bch8DiYrm48pJtxZJjkIDswGaZf6S6n8SzcjjhjwWT5L_WFXxRvKlDjxsAfolAYFmcNTwtpFi7TKVJiA/s1600-h/eskicami.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5181523475365261954" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 109px; CURSOR: hand; HEIGHT: 148px" height="178" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBIwn6TSnpKAtjb34PrFrSsMrN5R3dT57n1ucUFSoWsSezxqY1jSNOKfS10bV9Bch8DiYrm48pJtxZJjkIDswGaZf6S6n8SzcjjhjwWT5L_WFXxRvKlDjxsAfolAYFmcNTwtpFi7TKVJiA/s200/eskicami.jpg" width="146" border="0" /></a>Eski Camii</strong><br />Derken Çekül’ün Sinan Eserleri Gezi Haritası’ndaki (www.sinanasaygi.com) tavsiyeye uyarak, geziye Sinan’ın eserinden önce Eski Cami ile başladık. Duvarlarında Büyük “Allah”, “Muhammet” yazıları ve Osmanlı Tuğrası yazan, heybetli sutunlar ile kubbe oymalara sahip , ilk kez kesme taş kullanarak yapılan ve Edirne’nin başkent olduğunu dönemden yadigar olan Eski Camii çok etkileyici. Sanki bizi Selimiye’ye hazırlar gibi bir hali vardı. Bir çok amatör fotoğrafçının bu yazıları arka planda kullandığı dua eden insanlar çalışmalarına benzer çalışmaları yapıp, camiden ayrıldık. </div><br /><div><strong>Selimiye Camii</strong> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkTUhSdFOZMR4WLAmGBLgyWnPowdrUtMQDlwtUV4UhZ51NoCWhU2pPPmG9RLc545l94NYS28OoqIKeK8rmn-NcAflqF2HogN4TEcZizIp91Vyn4rf3Skl4xjW4e7_MCWLFMkWI56yoOcU0/s1600-h/selimiye.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5181524059480814226" style="FLOAT: right; MARGIN: 0px 0px 10px 10px; CURSOR: hand" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkTUhSdFOZMR4WLAmGBLgyWnPowdrUtMQDlwtUV4UhZ51NoCWhU2pPPmG9RLc545l94NYS28OoqIKeK8rmn-NcAflqF2HogN4TEcZizIp91Vyn4rf3Skl4xjW4e7_MCWLFMkWI56yoOcU0/s200/selimiye.jpg" border="0" /></a><br />Öğle vaktine doğru namaz için, Selimiye Camii’nin yolunu tuttuk. Avlusuna girene kadar caminin çok estetik ve çok kibar bir camii olduğu göze çarpıyor. Yapının her santimetrekaresi tartışmasız ince bir zevkin ürünü.<br />Kapıdan içeri adım attığınızda, alışılmadık bir meydan buyur eder inananları ve gezginleri. Eski Cami içinde Edirne’de olduğunuzu hissettirir ama Selimiye’ye İstanbul’a döndüğünüzü düşündürür. Sultanahmet’in mi, Süleymaniye’nin mi, Şehzade Mehmet’in mi <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiaVTriryEeDDBr0ARrNki9e29lh9s4Xp75KHbppVg6v9yGNzRl0QwSZ1ARrU5szfpvJ2rqetFeLOLWg36-DuHER13SDAoiLkddSzdDn49Rtd0wFZXDLw-I42gbeKC8_Yc_H_eFjTiaRBPa/s1600-h/selimiye2.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5181524467502707362" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; CURSOR: hand" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiaVTriryEeDDBr0ARrNki9e29lh9s4Xp75KHbppVg6v9yGNzRl0QwSZ1ARrU5szfpvJ2rqetFeLOLWg36-DuHER13SDAoiLkddSzdDn49Rtd0wFZXDLw-I42gbeKC8_Yc_H_eFjTiaRBPa/s200/selimiye2.jpg" border="0" /></a>içinde bulunduğunuzu düşünürsünüz. Selimiye’nin bu yapılarının en iyisi olduğunu kabul edersiniz. Fakat yolculuk öncesinde yaptığınız araştırma’da okuduklarınız beklentileri yükseltmiş (http://www.edirnevdb.gov.tr/kultur/pdf/selimiye.pdf) ve beklediğiniz etkiyi yaratamamış olabilir. İnce, kibar ve dönemin İslami yapılarında karşılaşmadığımız bir zarif mimari tamamen bu camiide bulunuyor. Ama İslamın ruhaniliğinden daha çok Mimarinin dünyeviliğini barındırıyor. Gizli ruhani büyüsü ise namaz esnasında camiinin akustiğinde ortaya çıkıyor. Huzur veren hoş bir seda... Top güllesi, minarelerindeki üç yol, ters lale, en yüksek mihrap, geniş kubbesi ile mutlaka görülmesi gereken Osmanlı mimarisinin en önemli eseridir, Selimiye Camii.<br /><strong>Üç Şerefeli Cami ve Ali Paşa Çarşısı</strong><br />Şehrin 3. büyük İslami eseri olan 3 şerefeli Camii de artık sıra. Bu üç caminin bulunduğu bölge sanki bir cami kampüsü. Hepsi bir kaç saat içinde rahatlıkla dolaşılabilir. 3 Minaresi olmasına rağmen tek minaresi 3 şerefi olan ve diğer minareleri şeker çubuklarını andıran bu camii’de enine doğru uzayan ve iki filayak üzerinde geniş bir kubbesi olan bir camidir. Y<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgB0oDHwphNm-6vI4fW6ynUc-nlHrNkhGUoA1-M3AbxDvZFzJCIFYNZCh7BhC9CSGqjoxycY40Q-P0dsLvu28kBqDCP_ezZx6jbej7Z04bPF2RB9CB157qwbE6_IEcMj1ZU9ZeS0GFDR7s6/s1600-h/3serefeli.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5181525047323292338" style="FLOAT: right; MARGIN: 0px 0px 10px 10px; CURSOR: hand" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgB0oDHwphNm-6vI4fW6ynUc-nlHrNkhGUoA1-M3AbxDvZFzJCIFYNZCh7BhC9CSGqjoxycY40Q-P0dsLvu28kBqDCP_ezZx6jbej7Z04bPF2RB9CB157qwbE6_IEcMj1ZU9ZeS0GFDR7s6/s200/3serefeli.jpg" border="0" /></a>azılanlara bakılırsa, Mimar Sinan Selimiye’nin kubbesinde bu camiden esinlenmiştir. Bunu bilmeyen bir gezgini, ister istemez böyle düşündürecek kadar geniş bir kubbe. Dışarıda sıcak bir hava olmasına rağmen bu camiiye girdiğinizde, taştan bir igloya girdiğinizi düşünebilirsiniz. Minber’in kapısının yanında iki tane dönen silindir bulunmaktadır. Bu silindirler döndükçe camiinin dengesi korunuyor anlamına geliyormuş. Selimiye’den sonra Üç Şerefeli’ye geldiğinizde, Selimiye’nin ne kadar başarılı bir şekilde aydınlatıldığını daha iyi anlaşılıyor.<br />Üç Şerefeli Camiden çıktıktan sonra trafik ışıklarının biraz aşağısında, Sinan’ın eseri olan Ali Paşa Çarşı’nı görürsünüz. 200 metre uzunluğunda bu çarşıda Edirne’ye özgü pek bir şey bulamazsınız. Üzüm sabunu ve bir kaç helvacı dışında, Beyazıt’taki taklit eşya satıcıları ve Sultanahmet’teki hediyelik eşyacılara benzer esnafın toplandığı bir çarşı. Görmedim dememek için bir kaç adım atılmalı.<br /><strong><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxzeywfLKz0bB3tl1l0A54Oag-9zJnjFRadJiTXe2SEnsvi2fnBp78Rb0bE_IWTDD-YYAz2-0rZtRyHrZoFUS16DrvJHjMPN3XST9H_myVWcRaGb28PStLcS_cyLq2qrUtEABlOCJzDYD6/s1600-h/merkez_sinagog.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5181525498294858434" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; CURSOR: hand" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxzeywfLKz0bB3tl1l0A54Oag-9zJnjFRadJiTXe2SEnsvi2fnBp78Rb0bE_IWTDD-YYAz2-0rZtRyHrZoFUS16DrvJHjMPN3XST9H_myVWcRaGb28PStLcS_cyLq2qrUtEABlOCJzDYD6/s200/merkez_sinagog.jpg" border="0" /></a>Karaağaç</strong><br />Çarşının çıkışında Karaağaç yoluna yakınlaşılır. Emin olmak için yine yerli birine Karaağaç yolunu sormakta fayda var. Sürekli dolmuşlar giden Karaağaç’a vaktiniz varsa yürüyerek gidin.<br />İki tarihi eski köprünün üzerini arşınlamak iyi gelecektir. Yorgunluğunuzu, ikinci köprü ile sizi karşılayan Meriç nehri kıyısında içilecek soğuk içeçeklerin unutturacağından emin olun. Sabah kahvaltısının, akşamüstü birasının, üniversite öğrencilerinin iştahına bakılırsa öğlen lahmacunun keyfine varılacak hoş bir yer, Karaağaç. Edirne merkez’in deniz eksikliğini fazlası ile kapatıyor. Yorgunluğun keyfe dönüştürdükten sonra dönmek üzere tekrar köprüleri arşınlamaya başladığınızda, sol tarafınızda 2 tane kule bulunur. Stadın karşısındaki, kerestecilerin bulunduğu yoldan içeri girdiğinizde kuleleri takip ederek, yıkık dökük bir sinagog karşınıza çıkar. Demir parmaklıkların arkasında ikinci dünya savaşından çıkmışa benzeyen sinagog, şurada güzel bir fotoğraf çeksem veya kısa film çeksem ne güzel olur arzusu uyandırıyor. Edirneye gitmeden önce hiç bir tanıtım sitesinde rastlayamadığım bu sinagog (Merkez Sinagogu) Edirneye gelince görünmesi gerekenler listesine alınmalı.<br /><strong>Kıyık Et Lokantası – Ali’nin Yeri</strong> <a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjj9rHGYNbcBdHomiXCs3C-KxfyBN-GuqLjQM9W2iIYQ3pvzWJ-wawO1NZH-eqr6nOTIgamJQQm4eiOqe_nh5GsW1vvEWP1ESWfbi09xh1uskTBDZxo0I0D92nfA8sOtQbHkEYKlw1pidjf/s1600-h/alininyeri.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5181526026575835858" style="FLOAT: right; MARGIN: 0px 0px 10px 10px; CURSOR: hand" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjj9rHGYNbcBdHomiXCs3C-KxfyBN-GuqLjQM9W2iIYQ3pvzWJ-wawO1NZH-eqr6nOTIgamJQQm4eiOqe_nh5GsW1vvEWP1ESWfbi09xh1uskTBDZxo0I0D92nfA8sOtQbHkEYKlw1pidjf/s200/alininyeri.jpg" border="0" /></a><br />Karaağaç’ta, Meriç nehrine nazır, elinde birası, ceketinde bayraklı Atatürk rozeti, saçları ağarmış ve gözlükleri ile emekli öğretmene benzeyen bir beyefendi büyüğün yanına rica ile oturdum.( Şehrin Yerlisine Danışma Methodu) Edirne’ye gelmişken, güzel mezeleri olan bir meyhanede, canımızın Tekirdağ rakısını yudumlamak istedeğini açıkladım. Değerli büyüğümüz biraz düşündükten sonra bize, Kıyıktaki “Ali’nin Yerini” tarif etti. Selimiye Camii ile Ordu Evi arasında kalan yokuşu, Kiler marketi görene kadar çıktıktan sonra marketin yanındaki Kıyık Et Lokantası’dır, Ali’nin Yeri olarak anlattığı.<br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGydDtsBKHqt3o5jK3F2aqSyZffE-X04aicomSjTM3w9-BsAD76F38ZlFiX9RzEJ9DGfO69UWZAJGaHQQlpnUJ1vRp45c1-icuj_fNi8rwu5yVN6Fp32HBZXZENeAHw0RLcyOeyuqAYfqH/s1600-h/kiyiketlokantasi.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5182044343229117154" style="FLOAT: left; MARGIN: 0px 10px 10px 0px; WIDTH: 197px; CURSOR: hand; HEIGHT: 89px" height="68" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgGydDtsBKHqt3o5jK3F2aqSyZffE-X04aicomSjTM3w9-BsAD76F38ZlFiX9RzEJ9DGfO69UWZAJGaHQQlpnUJ1vRp45c1-icuj_fNi8rwu5yVN6Fp32HBZXZENeAHw0RLcyOeyuqAYfqH/s200/kiyiketlokantasi.jpg" width="173" border="0" /></a>Burada, birbirinden leziz mezeler arasında adları biraz daha yabancı gelen Burani ve Mazmaza istedik. Köfte ikramı, taze çoban salatası, sövüşlenmiş taptaze kellesi, yarım elma ile gönül almak için sunulan ballı meyve tabağı ve hesaplı fiyatı ile Edirne gezimizi taçlandıran bir akşam demlenmesi oldu, Ali’nin Yeri. Bir de genelde balık resturantlarında olan eritilmiş helva tatlısı, edirne helvasından yapılırsa bir başka oluyor. Geçen günün tadının, ağızda kalmasınına yardımcı olur bu tatlı. Klasik meyhane kültürünü koruduğunu okuduğumuz ama gittiğimizde kapandığını öğrendiğimiz “Gazi Baba’nın Yeri” yerine, mükemmel bir alternatif Kıyık Et Lokantası.<br /><strong>Dönüş, Son Otobüs 8:30’da</strong><br />Edirne’den İstanbul’a olan en son otobüsün 8:30 olması dışında Edirne’de hiçbir can sıkıcı durum yoktu. Akşam altı’dan sonra ise otogara servislerin olmaması yüzünden sadece dolmuşlarla ulaşım sağlanıyor otogara.(En kısa zamanda gideni 4 numaraymış). Ancak biraz paraya kıyarak, 20 YTL’den başlayan taksi pazarlığınızı 13 YTL ile sonuçlanırsa taksi ile de gidebilirsiniz...</div></div></div><br /><div></div><br /><div></div><br /><div></div><br /><div></div>delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-12823615684471330682008-02-29T15:51:00.005+02:002008-02-29T15:57:57.264+02:00ŞUBAT 2008 - En İyiler Listesi1.Beggin' (Pilooskire Edit) - Frankie Valli & The Four Seasons<br />2.Dünyadan Bi'haber - Bedük<br />3.Daft Is Playing At My House - LCD Soundsystem<br />4.Tribulations - LCD Soundsystem<br />5.The Night (Pilooskire Edit) - Frankie Valli & The Four Seasons<br />6.Confide In Me - Kylie Minogue<br />7.Dig Lazarus Dig - Nick Cave<br />8.White Lies (feat. Jessica Butt) - Paul Van Dyk<br />9.Broken Sunday - Saliva<br />10.Mercy - Duffy<br />11.White Horse - Kinky Vinyl<br />12.Like Tomorrow Will Never Come - Bedük<br /><br />İlk dinlediğimde, "creep", "street sprit" ya da "paranoid android" gibi şarkılar beklerken karşıma daha farklı şarkılar çıktığında hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur. Bir iki kere zor dinledim albümü. Bir kere bırakamadım, dinleyenlerin olumlu görüşleriyle ve Radiohead'e olan inancım ile tekrar dinlemeye başladım...İlk "You all i need" beyne kazıma tekrarlarıma konu oldu. Basit sözler, ancak Tom York'un sesi ile bu kadar güçlü olabilirdi. Sonra "Weird Fishes" ve "Faust Arp"'ın hakimiyetine aldı beni. Bu iki şarkıyı dinledikten sonra, başka bir şarkıya geçmek ne kadar da zor. "Bu yok hoppa", "bu çok boş", "bu bu ne be" gibi yorumlar yaptırıyor. Abartılı bir yorum belki de ama bu albüm diğer albümlere büyük haksızlık olmuş. Radiohead - In Rainbows...Sabırla Dinleyin...delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-48393314841744028232008-02-22T09:04:00.003+02:002008-02-22T09:18:11.245+02:00OCAK 2008 - En İyi 10 Şarkı1. 24 – Jem<br />2. Watch Us Working – Devo<br />3. Joan of Marc (ft Tailand) – David Guetta<br />4. The Things That We Could Share – Groove Armada<br />5. Le Disco – Shiny to Guns<br />6. If I Were A Rich Man - Fiddler On The Roof Opera<br />7. All I Need - Radiohead<br />8. Born To Lead – Hoobastank<br />9. You Must Have Been Beautiful - Bobby Darin<br />10. Like Something For Porno – Felix Da Housecat<br /><br /><br /><br />On şarkı içerisinden bir kaç şarkının çıkmasına başarı gözü ile bakılan albümlerin ötesinde, David Guetta'nın Pop Life albümü tek şarkı atlamadan tüm parçaları defalarca dinleyebileceğiniz bir albüm...Tavsiye oluna...delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-49631014851571999182007-09-30T21:22:00.001+03:002007-09-30T21:23:37.329+03:00OLDBOY, 28 Eylül 2007<a href="http://us.movies1.yimg.com/movies.yahoo.com/images/hv/photo/movie_pix/tartan_films/oldboy/oldboy_bigfinal.jpg"><img style="FLOAT: right; MARGIN: 0px 0px 10px 10px; WIDTH: 200px; CURSOR: hand" alt="" src="http://us.movies1.yimg.com/movies.yahoo.com/images/hv/photo/movie_pix/tartan_films/oldboy/oldboy_bigfinal.jpg" border="0" /></a>İlk dakikalarda komedisi bol bir Avrupa filmi gibi duruyor karşımızda film. Çekim açıları, henüz biz konunun içine davet edilmemişken, yönetmenin başarılı bir film sunacağını gösteriyor. Sonra film birden komediden uzaklaşıyor ve daha karamsar bir havaya bürünüyor. Konunun yoğrulurken, Koreli kahramanımızın (Oh Deasu) işi didik didik etmesi, Korelilerin isimlerini hafızada tutmasını beceremeyen benim gibi bir insanı, taze bir hafıza ile devam edebilmek için mola vermeye zorluyor. Oh Deasu, özel hapishanesinden çıkar çıkmaz, fark ettiğim ( ki filmlerin sonunu tahmin konusuna çok başarısız olan biriyimdir ben ) maruz kaldığı cezalandırma yöntemini izlerken, tıpkı Elif Şafak'ın "Baba ve piç"ini okurken yaşadığım, sonunu tahmin edip, üfleyerek bir an önce bitsin dualarını tekrar etmeye başladım.Ancak sıkılganlığım filmin, Monte Kristo Kontu'nu kötü karakter olarak çıkaran muhteşem bir finalle uçup gidiverdi. Çatı katındaki sahne, ufak tepek sıkılganlıkları silip, filmi izlerken aslında keyifli bir zaman geçirdiğimi hatırlattı bana.Çekik gözlülere katmanla gibi bir sıkıntınız yoksa sorun yok ama varsa azcık sabredip mutlaka izlemeniz gereken bir film.<br />IMDB Puanım: 8<br />Filmi izlerken aklıma gelenler: Elif Şafak "Baba ve Piç", Eternal Sunshine of Spotless Mind, Alexandre Dumas “Monte Kristo Kontu"delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-787593888613604122.post-57353851705771811382007-09-28T08:34:00.000+03:002007-09-28T08:39:32.548+03:00CAROLE ALSTON KONSERİ, 21 Eylül 2007 AksanatYeni bir işe başlayıp, kafasındaki dumurları hiç üşenmeden sırtlanıp Aksanat’ın kapısında aldım soluğu. Benimle birlikte konseri izleme şansına yakalayabilme imkanını üç kişiye tanıdım. (Bunu şansı yakalayabilme olarak değerlendiriyorum. Keramet elbette bende değildi, ileri de anlayacaksınız.) Ancak ikisi gelemeyeceğini söyledi, bir diğeri ise trafikte kaçan fırsata yanmaktan, şehre lanet okumaktan ileriye gidemedi. Bilet istanbula yeni gelmiş ve her ne kadar üniversiteyi bitirdim dese de, üniversite birinci sınıf olması ve en azından o yaşlarda olması gereken ufak bir hanımefendiye nasip oldu.<br />Her neyse Carole Alston sahneye çıktığında arkasında Avusturyalı bir orkestra vardı. İlk defa davulcusunu beğenmediğim bu orkestra ile Carole Alston, benim gibi jazz cahilliği tavana vurmuş seyircileri karşısında, jazz tarihinden kronolojik olarak 12 zenci kadının eserlerini seslendirdi. Şanatçıların ve şarkıların öykülerini anlattı, söylemeden önce. Konsere hakim olan konu ise Amerika’da zencilere yapılan ayrımcılıktı. Tarihten kesitler sundu. Şarkılarında buna duyduğu kini ve nefreti izleyicilere birebir yansıttı. Söylediği aşk şarkılarında ise, bir kadının ne kadar tutkulu bir şekilde aşık olabileceğini de gösterdi. Billie Holiday, Ella Fitzgerald, Nina Simone, Bessie Smith gibi şarkıcılardan şarkılar söyleyip, sanki “jazzın kraliçeleri bunlardır, bu işi sevmek istiyorsanız, işte size rota” der gibi durdu gecede.<br />İnanılmaz bir konserdi. Keşke hiç bitmese denecek türden...<br /><object width="425" height="350"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/eYSbUOoq4Vg"></param><param name="wmode" value="transparent"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/eYSbUOoq4Vg" type="application/x-shockwave-flash" wmode="transparent" width="425" height="350"></embed></object>delidumurhttp://www.blogger.com/profile/00334153868044265510noreply@blogger.com0